19 Aralık 2010 Pazar

4.BLOG BULUŞMASI..MOSS MARİNE CAFE

Beynimin ve hayatımın içindeki sıkıntıları bu gün bu güzel gün sayesinde erteleyebildim, bugünlüğüne çıkarabildim.
Diğerlerinde olduğu gibi bu da çok güzel bir buluşma oldu. Hava yüzünden deniz otobüsleri iptal edildiği için Fenerbahçe Kalamışa Bakırköyde gitmek zahmetli olsada iyiki gitmişim. İstanbul dışından bile katılan blogcu arkadaşlar vardı, kendilerini ilk kez görmek onur ve zevkti gerçekten, zira çok sıcak güzel insanlardı. İlk günden bu yana tanıştığım ve kendilerini ailece pek sevdiğim arkadaşları görmek ise başka bir güzellikti.

Mesleği gibi bu buluşmaların mimarı olan Özge hanım yaklaşık bir sene önce düzenlemişti ilkini ve o günden bu yana gittikçe büyüyen bir aile olduğumuzu görmek ne güzel bir duyguydu. Bu arada Özge hanım bebek bekliyor ve birkaç hafta kalmış yeğenimizin hayata katılmasına. Sağlıkla tamamına ermesini Allahtan diliyorum, ve tümm yüreğimle sağlık, huzur dolu bir ömür diliyorum bu güzel aileye, eşi Cem bey gelmediği için göremedim selam göndermiştim birde burdan selam gönderiyorum.

İlk buluşmadan bu yana  büyüyen bu aile, ve zorlaşan organizasyon bunu üstlenenler tarafından kesinlikle alınlarınla akıyla son buldu. Yasemin Sungur hanımefendinin katılması ve konuşması başka bir renk ve güzellikti. Sponsorları bol, çekişilişi heyecanlı, hediyesi bol bir blog toplantısı oldu. Banada İtalyan Aşkı adında yazarları tarafından imzalanmış italyan yemeklerinden oluşan tariflerle güzel bir kitap düştü.. Hem yazarlarına hemde organizasyonu yapan arkadaşlara  teşekkürler.

Bu güzel günü bu kadarla özetlemek belki haksızlık ama ne yazsam bilemedim. Açık büfe dahil, mekan, ilgi herşeyiyle güzeldi organizasyon.. Bu soğuk günü ancak böylesi güzellik ısıtabilirdi, emekleriyle, varlıklarıyla bu günü meydana getiren tüm blog dostlarına güzel gün için teşekkür ediyorum.

7 Aralık 2010 Salı

KISA BİR SESSİZLİK BOZUMU..

Doruk noktaya varan can sıkıntılarım yüzümden 28 Ekimden beri yazamadım, bloguma girip ilgilenemedim. Ödül veren ve güzel dileklerde bulunan arkaşlarım olmuş ve sevgili Recep bey yokluğumu farkedip hatırımı sormuş, hepinize tüm yüreğimle teşekkür ediyorum sağolun var olun arkadaşlar.

Ne zaman olduğunu bilmiyorum ama Allahın izniyle, ruhum, hayatım bir miktar huzuru bulduğunda gelirim diye düşünüyorum. Ve tüm kalbimle hepinize sağlıklı, güzel huzurlu günler, aylar, yıllar, kısaca güzel bir ömür diliyorum.

28 Ekim 2010 Perşembe

BİR YIL GEÇMİŞ BİLE.

15 Ekimde başlamışım bu blogda yazmaya ve bir yılı geçmişte haberim yok..vay canına ne kadar olmuş.
En yaşanmamışı yaşamakla, bazen bir cennet iki cehennem hissinde, yok oluş tadında yok olmalarla, kötüsü iyiden çok daha fazlasıyla, en büyük hayal kırıklığıyla, hayatımın en kötü en karışık dönemiyle neler neler yaşandı bu son bir yıl ve öncesinde... İlerde en çok istediğim çocuklarımın bunları okuması, dersler almaları mümkünse, bazı yazıları özellikle bunu düşünerek yazıyorum..bazılarını haykırış tadında, şiddetini bir tek benim bildiğim....

Şöyle bir baktımda yazılarda ne isyanlar, ne git geller, umut dolu yazılar, umutsuz yazılar, karamsar yazılar, iyi kötü tecrübeler, bazen iç açıcı bazen sıkıcı belki, bazılarında yüreğin en derin yerleri yüreğin yansımaları, bazılarında gülümsemeler..hayat gibi yani...

27 Ekim 2010 Çarşamba

AŞKIN İKİNCİ YARISI FİLMİ

Dün akşam vizyona yeni giren bu filmi seyrettim. Sinema salonuna tek başıma girdim ve doğrusu tek seyredeceğim sandım bir an, neyseki fragmanlar bitene kadar 9 kişi oldu. Onuncu dakikada 2 kişi sıkılıp çıktı, 2 kişide yarısındaki arada çıktı 5kişi kaldık, 2si sıkıldım dedi durdu ama sonuna kadar kaldılar.

Bunu söylemek istemezdim ama film gerçekten sıkıcıydı kim ne derse desin. Son derece tatsız tuzsuz ve cansızdı. Filmin ve oyuncuların duyguyu tam olarak yansıtamadığı, sahnelerden sahneye çok acaip anlarda atlamalar olan, ve bu atlamaların bütünlüğü bozduğu ve bence oldukça acemi bir yönetmenlikti. Bildiğiniz gibi bu film M.Aslantuğun ilk yönetmenlik denemesi. Ve Aslantuğun bazı tv programlarındaki sunumundan sonra filmi izleyince bu nasıl özgüvenmiş şaşırdım.

Filmde neyin neden olduğunu anlamanız çok zor. Bazı filmlerdeki gibi sürekli birbirine bakan ve saniyeler hatta dakika boyunca tek kelimenin edilmediği sahneler çok fazlaydı, neyseki seçilmiş güzel fon müziği sizi yönlendiriyordu bu sahnelerde. Fakat seçilen Türkiyedeki çekim alanlarının güzel olduğunu söylemeliyim onun haricinde de pek birşey yoktu.

25 Ekim 2010 Pazartesi

TUTKUYA DAİR

Bazı arkadaşlar tutkuya çok kötü bakmış, kötü görmüş, sanırım bu tutkunun nasıl anlaşıldığı nasıl bilindiği ile ilgili birşey olsa gerek.

Tutku kesinlikle iki kişilik olup, iki kişininde bu bilinçte olduğunda yaşatılabilcek birşeydir. Gerçek bir tutkuda mantık devre dışı kalmaz aksine mantık tutkunun insani yaşanması için en gerekli şeydir, tutku bulunan gerçek aşkn bilincinde olduktan sonra onun kıymetini bilerek üstüne katılan en güzel şeydir.

Hayatta güzel olan ama sağlıksız beyin ve yüreklerde tehlikeli haline gelen o kadar çok varki.

Dinimiz; Ne kadar güzeldir ama yobaz beyinlerde ne kadar tehlikeli hale gelebilir.

Sevgi; Bunun üstüne söylenecek birşey varmı? Ama ya benimsin ya kara toprağın anlayışında ki bir sevgi ne kadar güzel olabilirki.

Evlat; Hayatımızın anlamlarıdır, kalbimizi kaplayan en güzel şeylerimizdir, ama geçen kış bir anne bebeğini sokağa bıraktı ve bebek soğuktan donarak öldü, bir baba 4-5 yaşlarındaki evladını döverek ölümüne neden oldu.

Bir sürü çoğaltabilirim en masum ve güzel şeylerin ne hale gelebildiğine dair şeyleri. Tutkuda bunlardan biri sadece. Hayatta doğru algılanan öğrenilen herşey hayatımıza kalite katabilir sadece. Ben doğa tutkunuyum diye ağaçları kırmam, budarım, herşey birazda bilinç meselesi her konuda.Sevdiğini söylen bir adamın buna rağmen aldattığını gördüm, aldatıldığını bildiği halde sevildiğini düşünebilen kadın gördüm, eşini paylaşan bir pisliğin saygıdan bahsettiğinede şahit oldum bu hayatta!

Sevgi kesinlikle emek ister, ama sevginin ne demek olduğunu, nasıl birşey olduğunu bilmediğinde karşınızdaki, ne emek fayda eder ne de başka birşey. Tek tarafın emeğiyle olmayacağı gibi tek tarafın anlayışıylada olabilecek birşey değildir sevgiyi yaşatmak, bir olmak çabası...

Tutku, güzeli daha güzel yaşama ve yaşatma çabasının en güçlü olma halidir aslında. Tutku çok sevme halidir, çok saygı duyma halidir, içinde nankörlük değil büyük oranda vefa ve sadakati barındırır, çok sevmeyi adeta ölümsüzleştirendir, bağımlı değil bağlı olma halidir. İrade ve yargıları aşan güçlü bir coşku, ihtiras hali olduğu için herkesin harcı olmadığı konusuna katılırım.

Ben öyle sanıyorum ki tutku aynı zamanda hayatın bazı tecrübelerinden sonra anlaşılabilen birşey aynı zamanda, kişinin yaşama, yuvaya, eşe, aileye, merhamete, sadakate bakışının ve o insan yüreğinin gelişmesiyle hayat ölçüleri ile, hayatı nasıl yaşamak istediğiyle, nasıl mutlu olacağına karar vermesiylede ilgili, ama bunu yaşayabilmek büyük bir istisna ve çok büyük bir şans..hele günümüzde.
SON
(Yorumlarınız katkılarınız için teşekkür ederim arkadaşlar)

21 Ekim 2010 Perşembe

SEVGİDE AŞKTA TUTKU..

Tutku tehlikelimidir sizce? Peki tutku nedir bir ilişikide neyi ifade eder?

Bence tutku çok muhteşem birşeydir, yaşanılanı daha anlamlı ve derin kılar ve sonsuz.
Ne kadar güzel olduğunun bilincinde olabilen herkes tutkulu bir Aşk ister.

Daha birkaç yıllık evlilerde veya sevgililerde bile birbirlerine son derece ilgisiz tavırlar görüyorum genelde. İşte gerçek anlamda tutku olduğunda böyle olmuyor, birbirini gerçekten çok seven çiftler gözlerinin içine bakarken, sarıldığında el ele tutuşulduğunda o sıcaklığı samimi ilgiyi hissetmemek mümkün değildir. Günümüzde o kadar çok şey yüzeysel ve sığ yaşanıyorki artık.

Eşlerini aldattığı halde ilgili gibi görünen, çiçekler alan, gezmeye eğlenmeye götüren son derece ilgili gibi görünen ikiyüzlü şerefsizlerde gördüm ben..samimi ilgi bambaşka birşeydir, bunu anlamak hissetmek aslında çok zor değil ama kendini kandırmadan, gerçeklerden kaçmadan adını koyacak kadar yürek gerekir.

Tutku gerçek sevgilerde olur, o tutku ki birçok şeyin merhemi olur, yaşanan birşok olumsuz şeye rağmen istenmeden kırılan yürekleri onarabilir ders alıp daha güzele katlayabilir, yeterki her iki tarafta tutkunun kıymetini bilsin.

Bazı insanlar tutkuyla sevilmeyi hak etmezler, acaip birşeydir bu, yani tutkuyla sevmiş ve hayatının hatasını yapmış birini seversiniz, ama tutkuyla seversiniz,  tutkulu sevgisi harcanan, sizin tutkulu sevginizi harcar...

Bir çok yazımda seven insanın sevdiğini isteyerek incitemeyeceğini hep yazmışımdır, insan olan insan onu mutlu etmek için uğraşan birşeyler yapmaya çalışan sevgiliyi, o seven kalbi isteyerek incitebilirmi hiç? Hele hele gerçekten seven aldatabilirmi hiç?? Hep sevdi sevecek diye bencillik yapmak, ezmek, hiç etmek ne insanlık dışı... İnsanca yaşayıp, insanca sevmek, var olmak bu kadarmı zor? Yürek değil et peşinde olan şerefsizler daha nice yürekleri kalpleri yıkacak kıracaklardır kimbilir. Ya böylelerini sevenlere ne demeli?

Tutku aslında çok bilinen yaşanan birşey değil, insan ancak başına geldiğinde anlayabiliyor, tabiki buda kişiye değişiyor, kadrini kıymetini anlayamamakta çok mümkün, bu hep bir insanlık yürek ve hayata, sevgiye, sevdiğine, hayata bakış ve ölçü meselesi birazda...

Tutku her dokunuşta insanı çarpan birşey, yıllar geçse bile düşünürken içini yakan, volkandan akan lav misali alev alev yakan, insanın kalbini taşarcasına dolduran, bitmek tükenmek bilmeyen bir su kaynağı gibi sevdiğine baktığın an içinin akmasına neden olan, o anda kalbin kan değil her zerreye sevgi pompaladığı birşey tutku.

Tutku Aşkı katlayan, katan, onaran, sadakati sonsuz ve seçeneksiz kılan, yaşamı sevdiğiyle daha anlamlı, ilgili kılan, her doğan günü sevdiğinle karşıladığı için yaradana sonsuz şükrettiren, YILLAR SONRA bile bunu yaşatabilen fakat bulunma yaşanma ihtimali en düşük duygu ne yazıkki....böylesi muhteşem birşeyi harcamak yok etmeyi başarmak ne acı birşeydir.

13 Ekim 2010 Çarşamba

RUH İKİZİNİ BULMAK..

Sanırım insan hayatındaki en önemli şey sağlıktan sonra sonra bu. Bir insan eşiyle ve işiyle mutluysa hayattan büyük oranda payını almış demektir, ve ruh ikizini, veya diğer yarısını bulmuş bir insanın hayatında ne olumsuzluk olsada elde ettiği bu büyük kazanç bir çok şeyin üstesinden gelmekte daha kolay olacaktır.
Böylesi bir çiftin çocukları da mutlu bir yuvada büyüdükleri için şanslı olacaklardır. Ruh ikizini bulmanın yaşamdaki en önemli şeylerin en başında olduğunu bunlar ve hayat tecrübem sayesinde hayatın en önemlisi olduğunu çok rahat söyleyebiliyorum.

Diğer yarısını bulduğunun farkında olan her akıllı insan bunun kıymetini bilmeli ve eşini incitmeden ve hep katmaya güzelleştirmeye çalışarak bir hayat yaşamalıdır, aksini yapmak böyle bir şansı elde etmişken, kusura bakılmasın ama ancak aptallıktır. Zira ruh ikizini bulmak, gerçek aşkı bulmak yaşamak çok büyük bir şanstır hayata daha fazla anlam katar, bence müthiş güzel bir şey bu.

Blogları gezerken veya bloguma yapılan bazı yorumlarda ruh ikizlerini bulmuş insanları gördüğümde nedense çok ama çok mutlu oluyorum. Dün bir blogda yine böyle birşeyi görünce çok sevindim ve neden böyle seviniyorum bana ne oluyorki diye düşündüm.

Sanırım şu yüzden; olabildiğini görmek ve umudun var olduğunun göstergesi olduğundan!! Bir ütopya, bir yalan olmadığını, ruh ikizi denen şeyin olduğunu, bulunabildiğini, insanın bu mutlulukla bir çift olabildiğini gördüğüm için...

Sevginin on çeşidi olmaz arkadaşlar, şöyle böyle yapıyor ama olsun o beni seviyor diye birşey olmaz, seven aldatmaz, seven incitmez dikkat eder özenli olur, sevgide saygı başta olur, canım diyen insan için sevilen aslında canından azizdir, bence öyle olmadır, tüm bunlar karşılıklı olabildiğinde ilişkinin taşınabileceği güzel noktayı tahmin etmek zor değil öyle değilmi.

İnsan hata yapar önemli olan kendini samimi affettirmek ve dersini alıp bir daha yapmadan hayatın olası tüm hatalarından gittikçe sıyrılıp daha güzeli yaşamaktır sevdiğiyle, yaşatmaktır sevdiğine. Ve önemli olan son nefese taşımaktır birlikte herşeyi. Zira benim için hayat son nefeste "güzeldi" diyebilmektir.

Ruh ikizini bulmak binde birmi, yüzbinde birmi, milyonda bir şansmı bilmiyorum, hayat anlayışı ve ölçüsü bu yönde olan herkes için ve kendim için bu şanslı kullardan olmayı diliyorum Allahtan..

11 Ekim 2010 Pazartesi

İNSAN GÖZYAŞLARI ve TİMSAH GÖZYAŞLARI

Küçükken ne kadar başka şeylere ağlardık bugüne göre öyle değilmi? İstediğimiz alınmadığında, veya istediğimiz elimizden alındığında.. Bazen düşerdik dizimiz kanardı ağlardık, büyüdük ve artık içimiz kan ağladığında ağlıyoruz. Çocukken canımız yandığında şimdi ise içimiz acıdığında...

Çocukken bazen sırf istediğimiz olsun diye tamamen saf  olarak numaradan da ağlanır ya, sanırım insan büyüdüğünde ve kimilerinde bunun karşılığı timsah gözyaşları oluyor olsa gerek.

Gerçek ağlamalar içten olur, tam bir duygu yoğunluğuyla olur, seviçten, üzüntünden veya içimiz acıdığında, bu böyledir. Peki ya timsah gözyaşları dediğimiz şey? Kandırmak içindir, zira bir insan samimi ise sonrasında tutarlılık gerekir.

Timsah gözyaşları döken insanların sözleride özleri gibi boştur, ikiyüzlüdürler, kullanırlar, can yakarlar üzerler.

Büyüdük ağlamaların çeşitlerini öğrendik. Küçükken dikkat et yapma etme bir yerini kıracaksın derlerdi ya hani, büyüdüğümüzde hayal kırıklıklarını gördük yaşadık, yürek acımalarını, içimizin kan ağlamalarını...
Ah çocukluk ah, büyüdüğümüzde gözyaşı dökmelerimiz bu kadarmı değişirmiş.

4 Ekim 2010 Pazartesi

ALLAH SENİ DOĞURANDAN RAZI OLSUN!

Geçen hafta bir tv programı seyrediyordum, 50-55lerde bir teyze kocasının yıllardır  içki içtiğini, onu aşağıladığını, ve aldattığını söylüyordu ağlayarak. Oğlu varmış ama ilgilenmiyor ön ayak olmuyormuş. Bir başka teyze telefonla bağlandı, o da ağlıyordu, o da yıllarca aynı şeylerden çekmiş ve en sonunda adamı bırakmış, onunda çocukları pek kollamamış, sadece bir kızı ilgilenmiş yanına almış. Teyze ağlayarak, sakın çekme, katlanma hiç kimse yanında olmasa da sakın çekme böyle bir çileyi diye akıl verirken damadını övüyordu bir yandan. Kızının kocası çok yardımcı olmuş herşeyde, hiç horlamadan üzmeden eşiyle birlilte hep yanında olmuşlar. Ve bir yerde öyle bir söz söyledi ki, durdum, duruldum, gözlerim doldu ve resmen burnumun direği sızladı. Damadı için, ALLAH ONU DOĞURANDAN RAZI OLSUN diyordu göz yaşları içinde!!!

Offf..böyle güzel böyle bir muhteşem duayı ve böyle bir durumu hak edecek bir yürek, bir insanlık..böyle bir onur, böylesi bir övünç...daha üstü ne olabilirki..
İşte dedim budur, insan dediğin kendine bunu söyletebilendir, böyle olabilmektir aslında.

1 Ekim 2010 Cuma

3 Çocuk Annesi bir kadını hapse attıran bankayı bilen varmı arkadaşlar!!??


Allah aşkına bir aklı selim bana bu durumu izah edebilirmi ya? İnsanlık bu halemi düştü artık. Bu nasıl bir acımasızlıktır, nasıll bir şerefsizliktirr!!! O kadın hırsızılık yapmış olsa insan genede acır insafa gelir ya.
Şu Ülkede krize rağmen en fazla kar açıklayan kurumlar bankalar, 1.500TL.yimi idare edemiyor bu insanfsızlar!! Hadi bağışlama, ayda 100TL şeklinde taksit yap bir kolaylık yap birşey yap!! Bakın çocuk ne diyor dilekçeyi geri çekin bize bakacak kimse olmayacak dedikleri halde hapis kararını durdurmamışlar, yuh ya yuh arkadaşş!!! Bu insanlıkmıdır, yönetimmidir, kurumsal olmakmıdır, bu nedir ya. Şu yavruların gözyaşına değermi be insafsızlar değermi!!! Sizlerin yanına bunu bırakmamak şart şartt!!!! Böylesi bir durumda insiyatif kullanabilecek bir Allahın kulu kalmamışmı bu prosedür içinde ya.

Kanayan yarayı durdurmak hani, insaf hani, birlik olmak, acımak duygusu hani, insanlık hani, olabilirmi böyle bir şey ya, o yavrulara hiçmi acımaz bir insan yüreği hiçmi, insan beynine insan yüreğine sahip bir varlık nasıl yapar bunu ya!!??

30 Eylül 2010 Perşembe

SEVDİĞİM BEN SENİN İÇİN ÖLÜRÜM !!!

Önceki hafta bu konuda bir sohbetimiz olmuştu arkadaşlar. Gelen yorumlardan çok net bir şekilde anlaşılan tartışmasız birşey varki evlatlar en değerlilerimiz ve onlar için yapamayacağımız bir şey yok canımız pahasına. Şimdi bunu diğer herşeyden ayıralım..
Sevdiği için yaşamak ayrı birşey, burda bir şeyi anlamaya çalışıyoruz, yoksa tabiki insan sevdiği için yaşamak ve yaşarken onu mutlu etmek ister...ama bir tercih yapmak gerekirse konumuz!

İnsanın canı normalde ne değer verdiği şeydir öyle değilmi? Öyleyse senin için canımı veririm demek veya ölesiye sevmek onu canınızdan çok sevmek değilmidir? Hayatta insana böyle birşeyi hissetirecek düşündürecek tek şey Aşktır! Siz hiç ölesiye sevdinizmi? Peki böyle düşündüğünüz insan hala hayatınızdamı veya hak ediyormuymuş?

Geçen sefer titanik filmdeki bir sahneden örnek vermiştim. Yeni(!) ve büyük bir aşk yaşıyorlardı kahramanlarımız. Hani tahta parçasına sevdiği kızı çıkardı ve kendisi suda kaldı donarak öldü.. O sahne çok etkileyiciydi bence.

O kız hayatta kaldı evlendi çocukları ve torunları oldu 80 li yaşlarına kadar güzel bir hayat yaşadı..ama o çocuk 20li yaşlarında onun için donarak öldü! Bir an bunun film değilde gerçek olduğunu düşünelim, gerçekten çok seven aşık biri bunu yaparmı? Bence o anda yapar. Aşk bunu yaptırır!

Pekii şöyle olamazmıydı; çocuk baktı donarak ölecek, önce can sonra canan dese ve kızı ittirip kendi çıksa o tahta parçasına hayatı kurtulacak, ve acaba sonra kaç seve vicdan azabı çekerdi? Ve o 80 li yaşlara kadar yaşasa, yeniden aşık olup çocuk toruna karışsa!!! Öldü eline geçti!
Ama Aşk öyle birşeyki bu sorguya meydan bırakmaz asla, ve bazı şeylerin keşkesi çok faydasız anlamsızdır bir yerden sonra.

Biri için ölümü göze almaktan daha büyük birşey olabilirmi? Çok önemli birşey varki, insan yaşayıp yıllar sonra bu düşüncesinin arkasında olmasıdır o da. Zira nankörlük ve sanmak, yanılmak hayatımızın en büyük parçası. Kişi sevdiği için ölümü göze alabiliyor ama sevdiği ona ne yaşatıyor?!! Anlıyormu acaba bunun değerini, onu sevenin değerini? Çok var bildiğim ama en çok bariz 3 yanılgı yaşamışlığım içinde.

Bir kadın; bence yaradanın dünyadaki meleklerinden, ama ona düşen adam pisliğin teki, sevgi aşk veya saflık her ne ise öyle birine amade olmak, tapmak, öl dese ölecek kadar sevmek..ama sonuç akıl almaz şeyler, hiçbirşeyin kadrini kıymetini bilmeyen vicdansız adi biri olduğu gerçeği..görene köre-ne.

Bir erkek; kalbiyle, beyniyle, her zerresiyle seven, sevmek hafif kalır tutkuyla bağlı bir aşık, sen bir yere diğer hayatımdaki herkes bir yere diyen, seneler sonra bile sevdiğine bakarken bile içi eriyen, hayatının en büyük anlamı, onu eşsiz özel güzel gören bir adam, mutlu huzurlu bir hayat özlemiyle onunla yaşamak yaşlanmaktan başka bir isteği olmayan bir adam. Sonuç hüsran....

Bir başkası; o da ölesiye seven biri, maddi manevi herşeyiyle bağlı, hep yanında, hep çok aşık biri, her türlü zorluğa onun için yıllarca katlanmış biri.. Sonuç, herşeyin yalan olduğu gerçeği.

.......

28 Eylül 2010 Salı

3.BLOG YAZARLARI BULUŞMASIDA ÇOK GÜZELDİ

Diğer buluşmalara göre bunda biraz daha kalabalık olduk, yani gittikçe büyüyen güzel bir aile gibi oluyoruz.
Ayşen hanımın, Hilal hanımın, Özge hanımın eşleriyle kurduğumuz sohbet ortamı çok güzeldi, böyle güzel dostlar kazandığım için ayrıca mutluyum. Burcu ve Zeynep hanıma bu güzel gün ve emekleri için çok teşekkür ediyorum.
Daha önce birbirimize olan hediyeleşmenin ihtiyaç sahibi öğrenciler için bir yardımlaşmaya dönmesi bence olayın en güzel tarafı oldu, ve bundan böyle bu veya buna benzer yardımlaşmalar için yapılmalı kesinlikle.
Şimdi sizleri güzel günün güzel gülümseyen fotoları ile başbaşa bırakıyorum.:)


25 Eylül 2010 Cumartesi

3.BLOG YAZARLARI BULUŞMASI

Bir türlü fırsat bulamadım ve biraz geç kaldım yayınlamakta.

Buluşmaya katılmak isteyen blog yazarlarının yapması gereken; Burcu hanıma ya da Zeynep hanıma mail yoluyla; Ad soyad, blog adı, telefon numaraları ile yanında getirmek istedikleri kişinin ismini belirtmeleri gerekiyor. Buluşmada keyifli bir sohbetin yanında kahvaltı tabağı ve sınırsız çay seçeneği var ve kişi başı bedeli 10 TL.

İlk buluşmalarda tekrarlanan hediyeleşme etkinliğini değiştirilmiş. Bence çok iyi yapılmış. Birbirimize hediye vermek yerine okulların açıldığı bu dönemde ihtiyacı olan öğrenciler sevindirilecek, kalem, silgi, boya kalemi, hikaye kitabı vb. birkaç malzeme zarf içinde getirilecek.

21 Eylül 2010 Salı

SEVGİNİZ İÇİN NELER YAPABİLİRSİNİZ??

Hepimiz bu hayattan payımızı alma, mutlu ve huzurlu sağlıklı bir hayat yaşam derdindeyiz öyle değilmi?

Peki ama sevdiğiniz, ve sevginiz için neler yapabilirsiniz? Özveride bulunabilirmisiniz yoksa ben böyleyim işine gelirse diyenlerdenmisiniz?

Daha ileri olarak; diyelim sevdiğiniz insanı buldunuz (ki bunu bulmak çok zor) çok fazla konuda uyum var fakat öyle bir konuda ayrışma varki bunun için ödün vermeniz gerekiyor, bunu yaparmıydınız?

Şimdi çok daha ileri gideceğim; hayatınızda canınızı verebileceğiniz insanlar varmı? Düşündünüzmü bunu hiç, bunlar kimler? Evladı olanlar ilk bunu söyleyecektir sanırım. Eğer canınızı riske atmaya değer sevdikleriniz varsa bunları nasıl sıralardınız? Bu denli çok sevdiğiniz insanlar...

Hani Titanik filminde bir sahne var..gemi batar ve malum sevgililer denizde ve bir tahta parçasına sarılırlar, çocukta çıkmaya çalışır fakat ikisinde alması mümkün değildir, o da sevdiği kızı tahta parçasına çıkarıp
kendisi suda elini tutup beklemeye başlar.. Tabiki sonuç kaçınılmazdır. Çocuk donarak ölür kız hayatta kalır. Bu sahneyi çok düşünmüşümdür, sizce olması gereken bu mudur?

Gerçekte böyle birşey olabilirmi, bunu yaptıran ne olabilir? Çok soru var farkındayım ama gerçekten düşüncelerinizi öğrenmek isterdim nacizane, zira bir kaç post daha bunla ilgili yazmak istediğim düşüncelerim var.

19 Eylül 2010 Pazar

KEK YAPMAYA ÇALIŞTIM.:)

(resim örnektir:)
Dün bütün gün evdeydim, canım bir yere gitmek, birşey yapmak istemiyordu. Boş boş dururken, ya ben kek yapsam ya dedim. Hem de pekmezli, yaban mersinli bir kek. Elimde hiçbir liste olmadan tamamen doğaçlama ve eldeki malzemelerle birşey yaptım.:) Birşey diyorum çünkü kekimsi birşeydi ama o bir kek değildi.:)

Bu günde evdeydim (evi severim de) ve kötü bir huyum var, ya olacak ya olacak.:) Değerli bir arkadaşımdan
tarifi aldım ve işe koyuldum, kuru üzüm kattım ve en sonunda (kek kalıbını bulamadım) tepsiye döküp üstüne yaban mersini reçelinden ekledim, hafifçe karıştırıp mozaik deseni elde etmeye çalıştım.:)

Tüm karışımı gerçekleştirip sevgili annemin milattan önceden kalmış davul fırırına sürdüm. 20dk geçmeden açma kabarmaz talimatıyla 25.dk açtım ve ne görim kek hafif yanar gibi koyulaşmaya başlamış, hemen fırını kapattım ama görüntü ı ıh, o mozaik görüntüsüde olmadı.:) Hem o yüzden hemde resmini çekemediğim için koyamadım. Fırın yüzünden tam istediğim gibi olmadı ama neyseki lezzet güzeldi bu sefer, baba baya kekti yani.:) Bir tabakta bina sakinlerine sundum, lezzete pek kusur bulunmadı ama sunum herşeyi etkiliyor tabiki.:) Bir dahakine daha aklı başında göstergeli bir fırında çok daha güzeli olacak.:)

3Yumurta, 1,5 su bardağı şeker, 3su bardağı un, 1paket kabartma tozu, 1paket vanilya, yarım su bardağı süt, yarım su bardağı sıvı yağ, yarım su bardağı ister limon suyu ister vs. karışım buydu, ben kafama göre kuru üzümde kattım yarım su bardağı ve bir miktar yaban mersini.:)

16 Eylül 2010 Perşembe

İSTİYORUM...

Pişşt hey martı, kulaklarımı sağır edercesine bir çığlık istiyorum:)


Boynunda beyaz incisi olan simsiyah kedim, çocukluğumda birlikte uyurken çıkardığın o mırıltıyla uyumak istiyorum yine.:)

Sabah doğaya çıktığımda, yaprakların ucunda oluşan o çiğ tanesinin kalbimde oluşmasını istiyorum.

Lapa lapa yağan karda bir orman patikasında yürümek, herşeyi sıfırlayıp bembeyaz olmak istiyorum.

O tertemiz havayı, sabah güneşinin doğuşundaki var oluşu yüreğimde yeniden yaşamak istiyorum.

Ufka kadar herşeyin görünür olmasını, tam güneş batarken, kekik kokan çimenlerde uzanmak istiyorum.:)

Çok yoruldum..artık yakınımda akıllı, maneviyatlı, samimi, onur gurur şahsiyet sahibi karakterli insanlar istiyorum.

Huzur ve kardeşlik içinde bir Ülke istiyorum.
Ahmak ıslatan yağmurunda sırıksıklam olana dek yürümek yürümek istiyorum.

Çocukluğumda hızlı bir dansta vitrine girmiştim, yine güzel bir müzikte dağılmak, vitrine girmek istiyorum.:)

Bir zamanlar seviçten göz kırptığım kedi, yine karşıma çıkmanı istiyorum.

Beyaz bir sayfayı, değeri, anlamı, saflığı, büyüyü, tılsımı, kardeleni rezil etmeyecek hercai olmayan bir yürek...

Bu sefer sanmadan yanılmadan...

Ya siz?

14 Eylül 2010 Salı

"İNSAN" YÜREĞİ..

Merhaba arkadaşlar.
Eski ve kendimce anlamlı bulduğum kulağıma küpe yaptığım bu yazıma ufak eklemeler yapıp sizlerle tekrar paylaşarak aranıza yavaş yavaş dönüyorum...nacizane yazılarım ve paylaşımlarımla.

****
Yürektir insana bazı şeylere izin verdiren veya verdirmeyen, veya vicdan..ama ben yürek demek istiyorum, insanı insan yapan yürek.

İnsanı insan yapan evet, zira yüreği neye el veriyorsa insan, onu başkasına veya kendine reva görebiliyor. Orası rahatsız olmuyorsa  herşeyi hayatının içine katabiliyor, doğruları kendine göre değiştiriyor bazen işine geldiğince.

Aşıyor aştıkça, yıkıyor duvarlarını yıktıkça, el veriyorya yüreği, neye göre kime göre kime ne, diyor insanoğlu, üç kuruşluk Dünyada insana yakışanı yapamıyor. Sevildiğinin kıymetini bilemiyor, sevmenin Aşkın değerini kıymetini bilemiyor. Öyle bir at gözlüğü takıyorki önünden başka yeri görmüyor.

Sahibi atına sağdaki soldaki şeyleri görüp korkmasın ürkmesin diye at gözlüğünü takıyor ya, insanda işine geleni yaşayabilmek için at gözlüğü takıyor kendine..bazen bilerek, bazen bilmeyerek, ama sorgulamadan...

Yüreksizlikten şikayet eden insan yüreksizliklerin sahibi oluyor, oluyor da başı önüne eğilmiyor. Bilemiyorum belkide bu insanlar hayatları boyunca işine geleni ve mahrum kalmamak adına yaşadıkları için bu seferde aynı gamzılığa duyarsızlığa anlayışsızlığa sahip oluyorlar, yani şikayet ettikleri gibi oluyorlar..

İnsanı insan yapan Yürek değilmi gerçekten de. O yürek değilmi içinde vicdan, sorumluluk, onur, adalet olması gereken, özetle..

Hayatın boyunca yapabildiklerini ve yapamadıklarını söyle bana kim olduğunu söyleyeyim sana, ama nefret etme benden sonra, çünkü işine gelmeyen şeyleri duyacaksın, acı gerçekler tokat gibi yüzüne çarpacak...ya da boşver herneysen kimsen yaşa gitsin, mesihmiyim ki ben...

Sen herşeyi ne kadar var edeyim diye uğraşsan da anlamayan yürek her zaman herşeyi mahvetmeye görmemeye anlamamaya devam edecektir, bir bakın hep böyle olmuyormu...bilmiyordum bende bu yaşta öğrendim. Gerçekten öğrenmenin yaşı yokmuş....

Hayat yani aslında insanlar bazen yıllarınızı, saflığınızı, hatta bazı duygularınızı alan yok eden dersler veriyor insana.

Gidenlerin yerine katılanlarla kalanları daha anlamlı kılarak, daha gören gözlerle..devam.

8 Eylül 2010 Çarşamba

RAMAZAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN











Bayramınızı kutlamak için uğradım arkadaşlar
Ramazan bayramınız kutlu olsun. Herşey gönlünüze göre olsun, hepinize ailenizde, yuvanızda sağlık, mutluluk, huzur dolu bir ömür diliyorum. Hayatınızda hep doğru ve sizi üzmeyen değerinizi bilen insanlar olsun. Umudunuzu kırmayacak, yaşam enerjinizi bozmayacak, hayallerinizi özlemlerinizi ağız tadıyla yaşayabileceğiniz insanlar olsun.
Sevdiklerinizle bir ömür boyu mutluluklar...
Sevgilerimle...

2 Eylül 2010 Perşembe

BLOG DOSTLARI...

Uzun zamandır keyifsiz tatsız bir dönem yaşıyorum, herşeyin üst üste geldiği dönem.. Bu arada ne doğru düzgün yazabildim, ne de güzel paylaşımlarınızı takip edebildim. Hatta arasıra da olsa paylaştığım postlara yorum yazan sevgili dostların bloglarını da ihmal ettim bunun için kusuruma bakmayın lütfen.

Bu aslında hoşuma gitmeyen bir durum, çünkü bir satır yorum veya tek bir kelime bile olsa hiç farketmez, bu diğer blogun yazınıza bir anlam vermesi demek, bir anlamda itibar etmesi demek, (itibarı hak eden herkese) böylesi birşeyi karşılıksız bırakmak kendime adıma doğru değil diye düşünüyorum her zaman. Bu anlamda gerçekten üzgünüm ziyarete dönemediğim için. Dilerim yanlış anlaşılmamışımdır.
Allahın iziniyle bu ay bazı şeyler düzelmeye başlarsa yine bu sıcak güzel ortama dönmek istiyorum.
Sevgiler saygılar blog dostları...

26 Ağustos 2010 Perşembe

Her hikâye yarımdır aslında...

Birden gülümsediğimi fark ettim... Hangi anı beni böyle gülümsetti acaba diye hızla zihnimden geriye sarmaya başladım düşündüklerimi...

Vaktiyle beni çok ağlatan, çok canımı yakan bir şeye gülümsediğimi fark ettim... Hayret... Zaman hakikaten ne çok şeyi alıp götürüyor, yerine başka bir şey koyuyor... Başka insanlar, başka teselliler hatta bambaşka bakış açıları... Zihnin bir oyunu mu bu acaba?
Şarkının bir yerinde “Biz yarım kalan bir hikâyeyiz” diye şiir okumaya başlıyor ya Tarkan... İşte orada duruyorum... Çok kötü anılarla dolu olsa da hangi aşk hikâyesi tam ki? Ya da kim tamamlandım diyebiliyor ki?

Hepimiz hep eksik eksik yürümüyor muyuz? Cem Mumcu’nun çok sevdiğim bir kitabı vardır, adı “Hayat Kırıklığı”... Sanki tamamlıyor bu iki cümle birbirini...

“Hayat kırıklığı içinde yarım kalan bir hikâyeyiz şimdi...”

Ve her defasında yarım kaldığımız yerden tamamlıyoruz birbirimizi... Çok yıllar önce görkemli Hazar’ın tam ortasından kurumaya başlayarak birbirinden bağımsız iki gölcüğe dönüştüğünden ve bugünün uydu haritalarından bakıldığında iki küçük su lekesi gibi göründüğünden söz ettiğim hüzünlü bir aşk öyküsü yazmıştım.
Kurumuş gölün ortasında üzeri toz kaplı eski gemilerin acıklı yalnızlığı kadının kaderine ve kuruyarak biten bir gölün sonu ise bir türlü iflah olmayan o aşkın sonucuna denk düşüyordu.

Ve öyküm şöyle bitiyordu:

“İşte böyle sevgili... Seninle ikimiz artık haritada iki küçük su lekesi... Hiçbir nehir kavuşturamaz bizi...”

Ama bence...
Yarım kalan hikâyelerin birbiriyle tamamlanma, bağımsız cümlelerin birleşme vaktidir şimdi...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

KADER KISMET....

Hayat mutlu olacağınız şeyleri sizin karşınıza çıkarmıyorsa, o ortamı oluşturmuyorsa siz mutlu olmayı öğrenmek zorunda kalmıyormusunuz acaba? Öğrenmek...

Daha kötülere bakarak, belki şükrederek elindekilerle yetinerek, ama aslında içerde biryerde özlemlerle hayatı tüketmek.

Acı olan şu ki hayatı tüketirken taşıdığınız katmak istediğiniz özlemler hayallerde tükeniyor birer birer, hayat herkese herşeyi sunmuyor maalesef. Bir insanlık kantarı olsa, terazinin diğer tarafına koyduğunuzda sizi yerinizden kımıldatamayacak insanlara bakıp şöyle bir canın sıkılmaması mümkün değil. Somaliye, Afganistana bakıp şükür demek güzel ama gerçekler değişmiyor ki yanınızda sizin koşullarınızda olan insanlar hatta sizin kadar insan olamayan insanlar sizden çok fazlasını yaşıyor bir şekilde.. Elden birşey gelmeyip beklemek, ummak, umut ederek yaşamak...

Umut edilenler, yaşamak istenenler hayatın hangi diliminde hangi yaş sayısında gelirse tamamdır? 30iyimi, 40iyimi, 45nasıl, ya 50..? Bindiğiniz hayat treninde camdan seyrettikleriniz gittikçe daha güzelleşebilir diye umut ederken ya buzul, veya çöl alanlarına gidiyorsa tren, kaderinizin  tamamlanacak yolculuğu buysa?

Ürkütücü değilmi? Dilerim değildir. Ne benim, ne de kimsenin...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

KUŞLAR VE EŞEKLER

8 Ağustos Pazar günü Hakkı YALÇIN yazısıdır.

Kuşlar göç ederken kimseden bir şey beklemez. Kuşlar ölürken bağırmaz. İnsaf dilenmez. Kuşlardaki yürek, tırnağımız kadar bile değildir ama kuşlar onurlu ölür. Biz insanlar öylesine hain, öylesine kana susarız ki, kuşlar gibi kendimizin bile kanına gireriz.


Kuşlar cesaret örgütüdür. İnsanlar birbirini katletmenin sanıkları. Kuşlar insanları utandırmaz. Ama insanlar, kuşları bile utandırır. O insanlar ki, kuş kadar çocuklara bile tecavüz eder.

Bu alem sadece insanlar yaşasın diye yaratılmadı elbet. Kuşlar doğuştan böylesine ürkek değildi, onları insanlar ürküttü. İşlerine geldiği zaman başlarına düşen "kuş pisliğinden" talih sebebi üretenler, kuşların ödünü patlatmaktan hiç rahatsız olmadılar.

İnsandır zalim olan. Kuşlardır asil olan. İki canlı arasındaki orantısızlığı, bu gerçekler dengeler. İnsan kalıbına ihanet eder. Kuş asaletini belgeler. İnsana uygun olan, eşek bedenidir. Kendilerine eşeği örnek alır. O yüzden insanlar birbirine "Eşek herif" der. Pişman olduklarında bile "Eşeklik ettim" diye af dilenir. Birbirlerini "eşek sudan gelinceye kadar" dövmekten zevk alırlar.

İnsanların eşek kadar kalbi vardır da, kuş kadar asaleti yoktur. Kuşlar insanlara ne mal olduklarını öğretir. Uçarken de, öterken de... Kuşlar sessiz sedasız ölür. Eşekler anırır. Kuşlar, özgürlük mücadelesinin ne kadar kutsal olduğunu belgelerken, insanlar eşeklik etme yarışındadır.

Kuşları bir kere ürküten insanlar, onları bir daha kandıramamıştır. Ve o küçücük kuşlar için bile, tuzak kuracak kadar alçalmıştır. Eşekler her kadere, her yüke boynunu eğmiş. Her türlü yalan vaatlere kanmıştır. O yüzden eşeklik bu topraklarda "baki" kalmıştır.

*******************************
Politikacılardan insanları tüketme vergisi alınsın. Allah katında da haktır. Kul katında da.


* * *
Bekaret satışı
Macaristan'da bir genç kız, internet üzerinden, bekaretini açık artırmaya çıkardı. Bir İngiliz alıcı 200 bin pounda, bu satışın alıcısı oldu. Genç kız, ailesinin borçlarını bahane etti. Ve şimdi İngiltere'ye gidiyor. Genç kızın fiyatını öğrendik ama onu satın alan adam da 3 paralıkmış. Bizdeki yavşak Bodrum çapkınları gibi.

* * *

İnsan, ruhunda açılan yaradan da ölür.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

BENCE BAZI İNSANLAR VE BOK BÖCEKLERİ ARASINDAKİ BENZERLİK...

(Yazıda bu kelimeyi kullanmak zorunda kullandığım için özür dilerim)
Öncelikle şunu söylemek istiyorumki bu yazıyı birilerini düşünerek yazmadım, tüm hayatımı ve hayatı düşünürken çok genel bir düşünce halinde gelişti. Ve yazıma şöyle başlamak istiyorum; bir bok(tezek) böceğine, ne yapıyorsun sen, bokla yaşanır bu kadarda bok taşımaya uğraşılırmı diyebilirmisiniz?? Diyemezsiniz çünkü düşünecek olursak bu bok onun için nimettir öyle değilmi?

İşte bana göre benzerlikte burda başlıyor, bir çok insan bok taşıyor ve onu nimet sanıyor. Bir hayvanı bunu için suçlayamazsınız, ama insanı? Bence insanıda suçlamayalım sadece bırakalım nimetiyle yaşasın! Yaradan dünyayı oluştururken bu hayvancığa bu düşmüş ne yapsa etse değişebilir bunun farkında olabilirmi? Peki ya insan??
Bir arı çiçekten çiçeğe müthiş güzelliklerde dolaşır özünü taşırken, bu böcekde boklarla uğraşıyor. İnsanlarda biraz öyle değilmi? Kimileri güzel bir yaradılışa sahip, akıl mantık irade sahibi ve bunu kendi insanlığını ve dünyayı güzelleştirmekte kullanıyor, kimileri tam aksi..bok böceği gibi boka nimet diyor, onunla ve onun yolunda yaşıyor.

Şu uzay ve internet çağında artık cahillik asla mazur görülecek birşey değil bence! Her güzellik, her doğru, iyi olan şeyler, ve çirkin, yanlış, kötü olan şeyler bu kadar göz önünde yaşanır ve tartışılıyorken..bundan sonrası sadece ve sadece tercih oluyor ve işte o da herşeyi belirleyen oluyor.

Bu bok böceğini düşünürken ilk aklıma gelen şey şu imralıda bebek katili pislik, ve en az onu seven 1milyon insan aklıma geldi..sizcede güzel bir örnek değilmi bu?? Bir pisliğe nasıl itibar edebilir aklı başında bir insan?

Şu resimdeki bok böceğini bir süre seyrettim, hafif yokuş yukarı olan bir yerde uğraşıyordu, 4-5 defa geriye tekerlense bile nimetini bırakmadı başta, sonra baktı olmuyor bıraktı gitti.. Bu böcek uçabilen bir böcek yani yukarıya çıkıp koşullara baksa boşuna uğraşmayacak, peki bunu göremediği yapamadığı için aptal diyebilirmiyiz böceğe? Ya insana?? Bazı insanların bu bok böceği kadar düşüncesiz(!) olması ilginç ve acı öyle değilmi?

3 Ağustos 2010 Salı

BAZI İNSANLAR VE BOK BÖCEKLERİ..

Merhaba arkadaşlar. Başlıkta o kelimeyi kullandığım için özür dilerim ama bu böceğe böyle deniliyor.
Bu resmi Bileciğe geziye gittiğimizde arkadaşlar çekmişti, orda bir süre seyretmiştik çabasını.. Bir gün düşünürken bazı insanlarla bu böceğin bir benzerliği olduğunu düşündüm, bununla ilgili bir yazı yazdım, fakat sizlere ne düşündürüyor merak ettim. Lütfen bir düşünün olmazmı, bazı insanlar ve bok böcekleri...?

19 Temmuz 2010 Pazartesi

DEĞİŞTİM


DEĞİŞTİM

Biraz değiştim, Unutamadığım sözlerinin arkasında sıkışıyorum
Bir yanım seni koruyor bir yanım beni
Ben, kendimle savaşıyorum seninle değil
Sonucu, kılıcı kuşanandan belli olan bir savaşın ne kazanabileni nede kaybedeniyim
Sorun değil,
Elbet alışırım
Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarına ve çokluğunuda yokluğunuda istemediğim bu iki arada bir derede duyguya, alıştım
Bir yanım bırak diyor
Bir yanım hayır
Tanıdığımı sandığım bana, dahada yakınım artık
Duvarlar anlatırken, öğrendiklerim kendi hakkımda ve aynalara ağlarken gördüklerim kendi tarafımda,
Bir yanım memnun oldum diyor
Bir yanım tanıyamadım daha
Samimi değil bir hayli kırıldım, Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime, Gözlerimden tutda ciğerime kadar kırgınım
Aslında ne sana ne onlara, kendime kırgınım

Maziye hiç değil ânâ kırgınım
Anlatamadığım anlayamadığım masalların bana yaptıklarına
Dinlediğim şarkılarda bana seni anlatan şarkıcılara, beni anlamadığım kelimelerin, her şeyi anlatıyor oluşlarına, kırgınım
Beni ben kırdım oysa
İyi değilim, galiba yoruldum
Kendime kalbimi kanıtlamaktan ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan ve dahası kocaman bir sahada tek başıma koşmaktan YORULDUM

Aslında ne pişmanım nede pes ediyorum
Sadece kendimi kaybetdikçe senide kaybediyorum
Şu kalp denen beni bana sorgulatıyor artık ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim?
Toprağa bakan yanım zaten senden ayrı
Sana bakan yanımsa toprakla aynı
Ne yaparsan yap gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin

Gözlerim yorgun, dudaklarım hissiz
Dokunulmadan geçe yıllar bana ağır
Sarılmadan geçip giden uğurlamaların kavuşmaları hep beklentisiz
Söyleyemediklerini söylesende şimdi
Sesine aşina yanım onca sessizlikten sonra artık sağır,
İsteyerek değil, çok çalıştım paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı gitlerine,
Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine ve bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen gitmek için, bitmek için sana huzur vermek için çok çalıştım
Daha öncede gitmiştim kendi isteğimle
Anladımki daha önce hiç sevmemişim
Çok çalıştım inan, değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye, her defasında dahada tozlaşan canımı kırmadan yaşatmaya

Tanıştım seninle doğan yanımlada ölen yanımlada tanıştım
Birini yaşatabildim sadece, yaşatıyorumda hala ama diğerinin ölmesinede engel olamıyorum
Yorulmak dinlenmekle geçmiyor an be an çöküyor insanın içindeki güç
Işığı sönüyor hissizleşiyor insan
Ne yormak istedim seni, ne de kendimi
Çok çalıştım, gitmeyede kalmayada
İkiside aynı acı
Daha öncede gitmiştim ama böyle kalarak değil...

*****

( Muhteşem.. Bu yazıyı az önce okudum ve inanamadım. Bu kadarmı çakışır herşey, bu kadarmı kaleme dökülür bir başkasının dökemedikleri..adeta iki insanın yazdıklarının toplamı dile getiremediklerim olmuş, hatta kimbilir daha da var da ben bilmiyorum dile getiremediklerimi., ruhumun beynimin, yüreğimin derinliklerindekileri.. Arkadaşım, Can Yücelin şiirine kendinden katkılar yapmış, ve ben bu haliyle daha bir beğendim. Son zamanlarda aklım çok karışık, birşeyleri silmeye çalışırken adeta beynim tamamı siliniyor, düzgün kelimeleri bir araya getiremiyorum, hiç bir şey düşünmek istemiyorum çünkü düşünmeye başladığımda aklıma gelen tek şey oluyor. Umulmayan büyük bir hayal kırıklığı, hayat boyunca elde edilmiş ama bozulmuş bir ezber. Doğru bildiğim çok şeyin faydasız veya bu zamanda yanlış olduğu gerçeği. Çok büyük bir şey bu benim için, tüm dengelerimi, herşeye bakışımı değiştiren bir şey... Yılmaz Erdoğanın Yeni bir sayfadan sana bakmak şiirini neden ben yazamadım diye düşünmüş üzülmüştüm, bir de bu yazının tamamını...bazen duygular tüm yazılanlardan daha tutkulu coşkulu, ve büyük olsada, veya kırıklık ve büyük üzüntüler acılar taşısada buna rağmen böyle dile getirilemiyor işte.)

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Üç aynalı kırk oda. M.MUNGAN

"Yol değil, yolculuktur önemli olan.

Nasıl yolculuk ettiğindir, nerede durduğun, nerede mola verdiğin, ne zaman yoluna devam ettiğin, hangi sapakları kullandığın, hangi dönemeçleri aldığın, ne zaman yavaşlayıp ne zaman hızlandığındır.

Kiminle yolculuk ettiğin de önemlidir elbet, yoluna çıkanlara ne yaptığındır,
kimleri yoldan çıkardığındır, yolunu kesenlere biçtiğin kaderdir."

Aşk, sevdiğimiz kişinin mazisini de ele geçirmemizi ister bizden...
Aşk, birlikte yaşanmamış zamanları da ele geçirmek ister."

"Ne zaman içime biraz fazla baksam, yükseklik korkum depreşir...Bazı anlarda yüzün aldığı bir ifade, sevenin belleğinde sonsuzlaşır, insan o ifadeyi her şeyden çok daha fazla özler. O yüzün sahibiyle günün birinde darıldıktan, ayrıldıktan, hatta ondan nefret ettikten sonra bile, o ifadeyi özler.

Bir andır o, ama bütün zamanlara siner."

11 Temmuz 2010 Pazar

KEKİK...

Kekik, orman kıyılarında, ve çayırlarda, kayaların üstünde yer almaktan hoşlanır, güneş ve sıcak istediği için, toprak sıcaklığının fazla olduğu kayalık ve dağlık bölgelere çoğalır. Güneşli öğlen sıcaklarında menekşe renkli çiçeklerinden yayılan güzel koku,arıları kendisine çeker. Kendilerine özgü bir kokuya sahip olan bu çiçekler beni çocukluğumdan beri etkilemiştir.

Bir sürü kır çiçeğinin kokusunu bastırır kekik kokusu. Başka çiçeğin üstüne bassanız haberiniz olmaz, bildirmez birşeyi, ama kekik hemen yerini belli eder. Mayıs ayında mor lila pembe renklerde açar, rengini tarif etmek güçtür yalancı çıkarır sizi, zira deniz kıyısındaki bir yamaçda farklı, çayırda farklı, bir kayanın üstünde farklı renkde açar. Bazen diğer ufak çiçeklere otlara karışsa bile değdiğiniz an işte burdayım der size, özeldir bana göre.

Bir nefes alırsınız, adeta tüm doğayı içinize çekmiş gibi olursunuz, o sırada başınızı kaldırın ve bulutlara bakarak yapın bunu, siz, kekik kokusu, ve bulutlar,...hislerinizi uyandıran bir özgürlük oluşur o sırada, adeta hayatı daha bir sevme duygusudur bu.

Deniz kıyısında açan daha farklı kokar, belkide denizin o iyot kokusunun katkısıdır bu kekik dostuna.
Kayada açan daha keskin kokar, belki koşullarına inat bir tutumdur bu. Kır çiçeklerine göre çok daha dayanıklı ve kalıcıdır.

Bir kaç haftada çiçeği gider ama yeşili ve kokusu kalır, kurusa da kokusu kalır, belki biraz aşk gibidir kekik, aşkın sevgiye dönüşmesi gibi bir dönüşümü hatırlatır bir nevi. "Hercaim, kekiğin arıyı kendine çekmesi gibi beni kendine çeken yarim, kendine tutsak eden, bitmeyen bahar kokulu yarim.." sözlerini mırıldatır dudaklarımda.

(Bu yazıyı eskiden yazmıştım ve doğrusu nasıl yazmışım hiç bilmiyorum..zira şu sıralar ruh halim hiç bu tür yazıları yazmama izin vermiyor..belkide artık hiç yazamam, öyle hissediyorum.)

8 Temmuz 2010 Perşembe

MİRAC KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN ARKADAŞLAR

Bu mübarek günün yüzü suyu hürmetine tüm güzel insanların, güzel isteklerinin kabul olmasını diliyorum.
Rabbim herkesi daha akıllı, mantıklı, güzel yürekli, inanan kullarıdan eylesin ve öyleleriyle karşılaştırsın.
Yıpranmış katılaşmış gönüller güzelliklerle tekrar yeşersin...

Gezinirken bir sitede okuyup hoşuma giden kıssadan hisse..

ALÂÜDDİN ATTÂR (K.S.) ANLATIYOR

Şâh-ı Nakşibend hazreteleri beni kabul edince, kendilerini o kadar sevdim ki, sohbetlerinden ayrılamayacak hâle geldim. Bu halde iken, bir gün bana dönüp;

'' Sen mi beni sevdin, ben mi seni sevdim?' buyurdu.

'İkrâm sâhibi zâtınız, âciz hizmetçisine iltifât etmelisiniz, hizmetçinizde sizi sevmelidir' diyerek cevap verdim. Bunun üzerine:
'' Bir müddet bekle, işi anlarsın' buyurdu. Bir müddet sonra, kalbimde, onlara karşı muhabbetten eser kalmadı. O zaman; 'Gördün mü; sevgi bizden midir, senden midir?' buyurdu.
Beyt:
Eğer mâ'şûktan olmazsa muhabbet âşıka,
Âşığın uğraşması mâ'şûka kavuşturamaz aslâ!

7 Temmuz 2010 Çarşamba

MİMLENDİMM

Sevgili kardeşim YEŞİM mimlemiş beni, kendisine çok teşekkür ederim.  Bu mimin konusu; aşağıdaki kelimelerin aklıma getirdiği ilk düşüncelerin neler olduğu ile ilgili...


1.Felsefem:  Kesinlikle ya hep ya hiç, ve sadece insana yakışır olan..

2.Hayat:  Karışık, iyi yaşanması şans

3.Çocukluk:  Özlem

4.Güneş:  Hem dünyaya hem insana iyi gelen

5.Gözler:  Onlar bile maskeli artık

6.Yıldızlar:  Huzur

7.Güzellik:  Önce ruhun, yüreğin güzelliği

8.Sevgi:  Gerçeği çok az

9.Aşk:  Korku

10.Müzik:  Ruhun gıdası

11.Dost:  Pek yok

12.Para:  Dünyayı güzelleştirir.. esir alırsa kötü..

13.Zaman:  Yarıdan çoğu boşa giden..

14.Erkekler:  Marstan

15.Kadınlar:  Venüsten

16.Savaş:  Büyük acılar

17.Ağlamak:  Sevmediğim

18.Deniz: Yakınlarında olmalıyım

19.Hayal: Herşeye sahip olunan tek kaçış yeri

http://keditasmasi.blogspot.com/
http://hayatabaliklama.blogspot.com/
http://okurveyazar.blogspot.com/
http://www.ankaradan-ankaradan.blogspot.com/

Arkadaşlar kabul ederseniz ben de sizleri mimliyorum.