26 Kasım 2009 Perşembe

KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN


Huzuru mutluluğu elde edenlerin daim olmasını,
hala arayanların ulaşmasını sahip olmasını,
sağlık sorunu olanların şifa bulmasını diliyorum.
Kurban Bayramınızı Kutluyorum.

25 Kasım 2009 Çarşamba

BAZI HATALARIN TELAFİSİ YOKTUR

Beyaz bir kıza tecavüz suçlamasıyla asılan iki genç siyah erkeğin bu fotoğraf ABD'de çekildi. 10 bin kişinin izlediği idam sonrasında genç kıza amcasının tecavüz ettiği anlaşıldı.

Ne yazık, ve sonrası gerçek ne kadar iğrenç.
Bu haberi okuyup bu resmi gördüğümde çok etkilenmiştim.
Dünya var olduğundan beri kimbilir ne kadar çok böylesi
hatalar iftiralar yapıldı, kimbilir ne kadar çok canlar yok oldu.

Alınan can gibi başka şeylerde de hatanın yanlışın telafisi
mümkün değil bence. Bazı hatalar fiziksel can alır, bazıları
ruhsal canı alır insandan

24 Kasım 2009 Salı

ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN


İlkokul öğretmenimi çok özlüyorum.Umarım hala öyle öğretmenler
vardır. Benim öğretmenim gerçek bir anne gibiydi, çok çarpıcı şekilde
öğretirdi herşeyi.. Örneğin büyüklere yer verme konusunda çok
hassastı ve bizlere hep öğütler verirdi. Ben çocukken treni çok
kullanırdık, bir büyük biner binmez yarış ederdik yer vermek için,
ve yer veren gururlanırdı "he hee ben verdim yerimi" diye, diğerleri
bir sonraki istasyonda binecek yaşlı teyzeyi, amcayı beklemeye
koyulurdu. Ya şimdi?!!

Yabancıya gavur demeyin derdi öğretmenim 1970li yıllardı, siz
yaptığınız herşeyde başkasınada onu yapma hakkını vermiş olursunuz
derdi. Birşeyler ters gidiyorsa derslerde, öğrencinin evine gider ailesiyle
konuşurdu. Adı Afife TÜBLEK, o yıllarda 50li yaşlardaydı, hayatta
ise, veya hakkın rahmetine kavuştuysa (mekanın cennet olsun dilerim
sevgili öğretmenim) her şekilde yanında onun huzurunda olmayı çok
isterdim..ulaşamadım hiç bir şekilde.

Tüm öğretmenlerin gününü kutluyorum, her öğretmenin öğrencilerinde
böyle anılar, izler bırakmasını diliyorum.

23 Kasım 2009 Pazartesi

REZİL VE VEZİR OLMAK


Hayat çok ilginç gerçekten. Vezir olması gerekenler rezil, rezil olması
gerekenler nasıl vezir yapılabiliyor..

Hayatlarımız da çok fazla yanılgı yokmu sizcede? Belki değişiyoruz
ve bu yüzden zamanında doğru gelen artık öyle gelmez oluyor.
Ya da gerçeği göremiyoruz aldanıyoruz sanıyoruz. Bazı şeyler aynı
olduğu halde bakış değişiyorsa bu demektir ki biz bir şekilde başka
şey görmüşüz. Herşey bakışla ve anlayışımızla anlam bulmuyormu?

Yani iyi olmayan biri bize öyle gelirken bir bakıyoruz aslında iyi biri
değil, neden nasıl o sanıya kapılmışsak... Canım dediklerimize gün
geliyor canın çıksın diyecek hale geliyorsak bunda kimin suçu
var acaba?

İnsan çok kaypak aslında, sırf kendi egosunu vicdanını rahatlatmak
için yanlışına her türlü yumuşatıcıyı ekliyor, gerçekle yüzleşmek
herkesin harcı değil, ve o gerçeği kabullenmek.

Herşey insanın bakışından ibaret demiştim ya, ne acaip birşey bu
ne acaip şeylere neden oluyor, düşünün adi alçak biri bile bu şekilde
itibar görebiliyor. Peki sizce adi alçak birine itibar eden biri itibarı hak
edermi? Siz yardımcı olmaya çalışıyorsunuz sen iyisin, öyle birine
nasıl böyle olabilirsin diyorsunuz ancak siz kötü oluyorsunuz.
Ne tuhaf..

Şu bakış denen şey, şu gönül gözü denen şey ne acaip, hiç hak
etmeyen bir varlığı vezir ederken, sizi rezil edebiliyor. Şu yaşımda
anladımki hiçbir şey anlamsız değil siz ne kadar anlamaya çalışsanız da,
beyniniz dursa da, isyan etsenizde, siz ne kadar yakıştırmasanızda
insan kendini yakıştırıyorsa, var bir nedeni, siz kondurmayarak aslında
bir yanılgı, bir sanma içine giriyorsunuz.

Bazı insanlar çok istisna körlükte gerçekten, en basit bir düz mantığı
bile anlamaları  algılamaları yıllar alıyor, ve siz asla kadir kıymet
bilinen olmuyorsunuz? Yokmu böyle yaşamışlığınız? Evililiğinizde,
arkadaşlıklarınızda, böyle büyük  yanılgılarınız, ve sonrasında ölesiye
yorgunluğunuz, ve boşa giden çabalarınız?

Hayatta doğru bakışa, anlayışa sahip, kadir kıymet bilen insanlarla
karşılaşmayı diliyorum herkes için.. Ve körlere asla emek vermeyin
diyorum, inanın bir rezili vezir eden körlükte biri sizi sadece yok
edecektir veya rezil...

11 Kasım 2009 Çarşamba

DÜRÜST-İNSAN OLABİLMEK


İnsan olarak doğmak en güzel bir başlangıç
dürüst, karakterli, “İnsan" olabilmek  ise hayatta ulaşabileceğimiz
en güzel bir sonuçtur.

Dünyaya geldikten sonra karakterimizi oluşturan herşeyi
çevremiz ve yaşadıklarımız, yaşatımızı paylaştıklarımız belirler.
Bu dönem çok önemlidir, kişilik nasıl geliştiyse ondan sonrası
o anlayış ve bakış üzerine inşa olur.  Karakterimiz anlayışımız
itibar ettiklerimizin doğrularından ibaret olur, ve işte kaderimizi
bir yönüyle bunlar belirler. Dürüstlük ve doğruya verilen anlamı
yaşamıyor görmüyorsak buna önem vermeyiz, boşvermişlik
hakim olur. Hayatın anlamı, gezmek tozmak ve maddi güç olarak
verildiyse herşeye bakış budur.  Hayatını yaşa boşver anlayışı
insanı insan eden değerlerin kabul edemeyeceği bir anlayıştır.
Geride ağlayanlar bırakırken gülebilmek insanlık değildir, özde
yürekte ağlarken yalan bir oyunu yaşamakda doğru değildir,
inanın bu oyunun kayıplarını bir gün görürsünüz.
Dünya üzerinde sadece İnsan, gurur, onur, duruş, şeref,
haysiyet, dürüstlük gibi değerlere sahiptir, olmalıdır da...
 
Dürüstlük küçük şeylerden geçer
Dürüstlük bir iç görevdir.
Dürüstlük koşullarla belirlenmez.
Dürüstlük kimliğe bağlı değildir.

İtibarı,içinde yaşadığın ortam belirler..Karakteri,inandığın doğrular..
İtibar,sandığın şeydir;Karakter olduğun şey.
İtibar,fotoğraftır;Karakter ise yüz..
İtibar dışardan gelir;Karakter içerden...
İtibar,yeni bir topluluğa girdiğinde sahip olduğundur;Karakter,
giderken elinde olan...
İtibar,insanların mezar taşına kazıdıklarıdır;
Karakter, meleklerin Allah huzurunda senin için söyledikleridir...

Derleme(düşüncelerim ve alıntı.

10 Kasım 2009 Salı

10 KASIM


Büyük insan, büyük ata, aramızdan ayrılışının bir kez daha
üzüntüsünü yaşıyoruz bugün...
Bu gün herkese anlamlı bir gün ama bana ve aileme daha anlamlı bir gün!

Atatürk biz türklerin tarihindeki en önemli insan gerçekten.
Düşünüyorum da o işgal sırasında ya Atatürk olmasaydı! Şu bir
gerçek ki her şeyin böylesine gelişmesindeki diğer en büyük etkende
imanı ve ülke sevgisi herşeyin üstünde olup birlik olabilen halkın,
yani dedelerimizin var olmasıdır. Günümüzde ne kadar insan üstüne
makinalı tüfekle ateş edilirken "allah allah" edalarıyla saldırıya
geçebilir diye düşünmeden de alamıyorum kendimi.

Atatürk, tam bir halk adamıydı ve asıl kuvvet kaynağının
halk olduğu inancında idi.

(Atatürke bir gününe ait bir alıntı)
Cumhuriyetimizin 3. Yıldönümünde Ankara şehri, köylerden ve
kasabalardan gelen halk ile dolmuştu. Tribünlerde geçit resmini
selamlayan Atatürk'ü kadın, erkek bütün halk çılgınca alkışlıyordu.
Atatürk, tribünden ayrılacağı sırada halk ile arasındaki asker
kordonunun kaldırılmasını emretti, yaverini yanından uzaklaştırdı,
halkın içine girdi.Ellerini halktan iki vatandaşın omuzlarına dayamış
adeta kendinden geçmiş ilerliyordu. Halk onu incitmemek için arada
bir boşluk bırakmıştı. Hayli gittikten sonra :

- Artık otomobile binseniz dediler :
uyanır gibi oldu. Yanındakine :
- Sen belki ömründe sevmemişsindir; fakat hiç sevildin mi ? dedi.
Bundaki zevk hiç bir şeyde yok. Hele aşkın Türk Milleti olursa.
Beni bu zevkten biraz daha ayırmayın.
Taşhan'ın önüne kadar böyle, halkın kucağında geldi.

Cumhuriyetin 12. Yıldönümü için birçok döviz hazırlanmıştı.
"Atatürk bizim en büyüğümüzdür.", "Atatürk bu milletin en
yükseğidir.", " Türk milleti asırlardan beri bağrından bir Mustafa
Kemal çıkardı." gibi Döviz listesini gözden geçiren Atatürk hepsini
çizdi, yalnız şunu yazdı :"Atatürk bizden biridir."

Atatürk der ki :"Millet sevgisi kadar büyük bir sevgi yoktur." İstiklal
Savaşında benim de milletime yaptığım bazı hizmetler olmuştur
sanırım.Fakat bunlardan hiç birini kendime mal etmedim.Yapılanların
hepsi milletin eseridir, dedim. Aranacak olursa doğrusu da budur.
Geçmişte medeniyetler kurmuş bir soyun çocukları olduğumuzu ispat
etmek için, yapmamız gereken şeylerin hepsini yaptığımızı ileri
süremeyiz. Yarıda bırakılmış daha bir çok büyük işlerimiz vardır.
Ben arkadaşlara şunu tavsiye ederim. Şahsınız için değil,
kendisinden olduğunuz millet için çalışınız.**

En başta bahsettiğim, bugünün ben ve ailem için farklı anlamı
olmasının nedeni, bugün kardeşimin doğum günü olması ve
adının Mustafa Kemal, olması....

Çocukluğumda arka bahçesi olan, dedemler, baba anne, ve hala
birliğinden oluşan bir ortamda büyüdüm, bu arka bahçemizin arka
duvarına dedem bir atatürk büstü yerleştirmiş ve şu sözlerden oluşan
bir tabela yaptırıp tam büstün altına yerleştirmişti.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

7 Kasım 2009 Cumartesi

Evlilikler neden biter?


Bir yastıkta kocamak deyimi eskilerde kaldı. Artık iki yastıklı
yataklar var, aynı yatakda, aynı evde, ayrı yüreklere dönüşen
evlilikler bitiyor.

Bitiyor çünkü neden evlendiklerini bilmiyorlar... Bitiyor çünkü
umdukları çıkmıyor.... Bitiyor çünkü tensel çekimin en önemli
şey olduğunu  sanıyorlar....Bitiyor çünkü aşk sevgi için değil
belirli karşılıklı çıkar için evleniyorlar...  Bitiyor çünkü arada
anlayış değil o anki sex dürtüsü olduğundan evleniyorlar.
Bitiyor  çünkü evliliğin anlamını bilmiyorlar.

İnsanlar birbirlerini tam tanımadan evleniyor. Yada evlenene
kadar tanıyamıyorlar birbirlerini çünkü psikolojide ki deyim
olarak bir maske ile karşılaşıyorlar. Kız erkeğin erkek kızın
boşanmalarına neden olacak o hatalarını göremiyor çünkü
karşı taraf bunu örtüyor. Evlenmeden önce müthiş anlayışlı
görünen taraf nedense birden değişiyor.Karşı tarafada bu mu
benim sevdiğim aşık olduğum kadın/erkek demek düşüyor...

En sok görülen nedenlerden bir tanesi ihanetdir. Bunun
dışından herhangi bir fiziksel şiddet veya sözlerle aşağılama,
azımsama da ciddi boşanma sebeplerindendir.  Gerçek
sevginin saygının olduğu evliliklerde bundan söz edilebilirmi?
Saçma bir anlamı olan mantık evlilikleri yürümüyor.
"Sadece" ten kokusuna tav olanlar o ten kokusuna alışınca
değişik tenleri arıyor zaten gerçek temellere oturmamış
sevginin saygının gerçekliği yaşanmayan evlilik yıkılıyor
ya da göstermelik oluyor...

Maalesef aldatmanın çok doğal olduğu normal karşılanması
gerektiği öncelikle medya tarafından pompalanıyor. Değerler
inanılmaz törpülenip yok edilirken masumiyet katlediliyor.
Adı var kendi olmayan bir takım kadın yazarlar ile eğlenceli
olsun diye seks konusunu aşırı işleyen bunu sıradanlaştıran
herkesle olabilir gibi gösteren bazı kadın  yazarlar gençliği
dinamitliyor.

Şimdi yaşamayacaksam ne zaman denen salak düşünce
dejenere bir toplum yaratırken gerçeğin tam tersi olması
bunu yerle bir ediyor..Sevgi saygı anlayış hele hele aşk
kaçıncı sıralarda hele bir bakın ondan sonra neden artıyor
bahane aramayın... Bu dördünün temel olmadığı evlilikler
yıkılıyor, yıkılırken toplumuda temelinden sarsıyor...

Yıllar geçtikçe insanların fikirleri, zevkleri değişmekte. Kimi
aynı yönde gelişiyor kimi de tamamen zıt iki insan oluyor.
Bence bu bir sebep. Birde tabii hangi sebepten evlendiyseniz
o sebep ortadan kalkınca evlilikler biter. Aşk için evlenenlere
gelince. Aşkı yok eden ''Yalan''dır. Güven eksikliği oluştuysa
o evlilik bitmeye mahkumdur. En önemlisi saygıyı yitirmek,
ve kendine olan saygılarını yitirmekdir.
Dürüst olmalı her koşulda. Empati kurarak karşındaki insanı
anlamaya çalışmak lazım.Hoşgörü mühim tabiki ama bu tek
taraflı kalmamalı.

Evlilik büyük bir heyecanla başlanan, asla birbirini seven iki
insanın başbaşa yürütemediği, ailelerin, çevrenin, arkadaş ve
belki de komşuların bile dahil olduğu büyük bir kurum.
Nikah masasında evet diyen çiftler, zaman geçtikçe birbirlerine
hayır demeye başlarlar. Zorunluluklar, sorumluluklar, yaşam
kavgası işin içine karışır ve gelip aşkın ortasına otururlar.
Ardından kavgalar ve ayrılıklarn yaşanmaya başlar.

Evliliğe hazırlanırken, bu kurumun birden fazla boyutu olduğunu
bilmek gerekir. Evliliğin sosyal boyutu, kuralları, rolleri, duygusal
boyutu vardır. Evlilikte sorunlar yaşayan çiftlerin en önemli
sorunlarının başında iletişim gelir. Daha doğrusu iletişimsizlik!
İşte bu noktada devreye girmesi gereken kişilerin duygusal zekalarıdır.

Duygusal zeka, karşı tarafı anlayabilme, algılayabilme ve aynı
zamanda kendini ifade  edebilme becerisidir. Şöyle bir
düşünürseniz,  çevremizde, insanları genellikle ikiye ayırırız.
Mantıklılar, duygusallar! Mantık ağırlıklı kişileri överek yüceltir,
duygusal tepkileri yoğun olanları ise nedense küçümseriz.
Oysa atladığımız detay şudur, alınan her kararın altında
duygular yatar. İnsan, kendine yapılan eyleme karşılık
vermeden  önce duygularına başvurur. Duygusundan aldığı
mesajla düşüncesini geliştirir ve düşüncesini eyleme döker.

Evlilikte empati kurmak, duygusal zekayı geliştirerek
yaşamın içine yerleştirmek son derece önemlidir. Kendinizi
karşınızdaki insanın yerine koymayı, onun gözlerinden, onun
aklından dünyaya ve olaylara bakmayı öğrenebildiğinizde;
iletişimde büyük bir adım atmış olursunuz. Sorunlar yaşamın
içinde hep var olacaktır. Evli olun ya da olmayın, problemler
doğduğunuz gün başlar ve ölene kadar sizinle beraber gelir.
Bu hayatın gerçeğidir.

(Konunun uzmanlarından, yaşayanların tecrübelerinden
ve düşüncelerimden oluşan alıntılı bir derleme)

5 Kasım 2009 Perşembe

Bayıldım bu resime...



Nedendir anlayamadım, bu resmi ilk gördüğümde bir nevi dondum
kaldım, baktım, baktımm, baktımm, resimde az şey vardı
ama ben çok şey gördüm.
Yaz siz?

 İlk baktığımda yüzümde tebessüm oluşturdu bu resim, iki tonton
iki güzel yüz, iki tatlı yaşlı insan, atamız diyeceğimiz insanlar,
saygı ve sevgiyi hak eden iki güzel insan gördüm.

Sonra o tebessümüm, buruk bir tebessüme dönüştü, düşündüm,
işte geride çoğu gitmiş bir hayat, bir mahsunluk, bir hüzün gördüm.

Çok temiz, hürmet edip elleri öpülesi çok güzel iki insan gördüm,
yaşamışlığın ve yılların verdiği bir yorgunluk,
belkide hayata doymuşluk var bu resimde birazda,
belki çocuklarını büyütmüş ve artık başbaşa kalmış güzel bir çift,
evlerindeki fakirlik fakat yüreklerindeki zenginlikle geçmiş bir hayat,
kuzine sobanın ve huzurun verdiği sıcak sade bir ev,
geride bıraktıklarımız, yitip gidenlerimiz,
belki az eşya, az yemek ama hayatın diğer güzelliklerle yaşanması gerektiği gerçeği,
Ve geçip giden, tükenen, herşeyin aslında boş olduğu bir hayat.

Huzurun, saygının, sevginin olduğu hoş bir seda olsun hayatlarımız..

3 Kasım 2009 Salı

ALDANMAK, ALDATILMAK...


Aldanmayla, aldatılmak arasında ince bir cizgi var gibi geliyor bana.
Bazen zannederiz, karşı tarafın gerçek yüzünü göremeyiz yanılırız,
bazen gerçek yüzler gizlenir maske takılır ve o yüzden zanneder
ve yanıltılırız.. Samimiyete inanırız, sözlere inanırız, güveniriz ve
aldatılırız.

Kardelenin hikayesi gibi yaşanmışlıklar olur hayatımızda, bilirmisiniz
kardelenin hikayesini..? Hikaye bu ya....

Yıllar evvel birbirini çok seven iki çiçek varmış.Bunlardan erkek
olan, sevgilisini o kadar çok seviyormuş ki; baharda açtıklarında diğer
çiçeklerden onu kıskanıyormuş. Buna dayanamayan erkek çiçek
baharda binlerce çiçeğin içinde açmak ve kalabalığın içinde
kaybolmak yerine kışın dondurucu soğuğunda açarak canından
çok sevdiği sevgilisini daha fazla görmeyi hayal etmiş .
Yine bahar gelmiş, bütün çiçekler topragı 7 renge boyamışlar.

Erkek çiçek kışın kurduğu hayallerini anlatmış. Dişi çiçek sevgilisinin
fikirlerini çok beğenmiş, başbaşa olmak için bir daha ki sefere
hiçkimsenin açmaya cesaret edemedeği, kışın dondurucu soğuğunda
açmak için sözleşmişler.

Bahar bitmiş ,yaz geçmiş, kış gelmiş. Sevgilisine kavuşma hayali ile
yerinde duramayan erkek çiçek, karın bir yorgan gibi kapladığı
toprağı delerek yeryüzüne çıkmış. Bembeyaz karlar içinde o
renkleriyle göz kamaştıran sevgilisini aramış... Ama bulamamış...

Ümidini yitiren erkek çiçek bir süre sonra üzüntüsünden boynunu
eğmiş ve soğuğun şiddetine daha fazla dayanamamış ve hayatını
kaybetmiş. İşte o günden sonra aşkı için kışın dondurucu soğuğuna
bile aldırmadan karların içinde açan çiçeğe KARDELEN
ve ona sadık kalmayıp aldatan sevgiliye HERCAİ adı verilmiş...

Keşke herkes kendini tanısa ve yapabileceklerini bilse...
Ya da yapamayacaklarını...

1 Kasım 2009 Pazar

Masallar, yanılgılar, gerçekler..


Ufakken masallar dinledik ve kendi masallarımızı oluşturmaya
başladık, iş ve aşk masallarımızı, şöyle olsun, böyle olsun diye..
Ferhat ile Şirini, Leyla ile Mecnunu, üvey evlatlarına kötü
muamele eden cadıyı, pamuk prensese elma veren cadıyı,
kurbağayı prense çeviren prensesin masallarını hikayelerini
dinledik dönem dönem.

Herkesin çocukken yaşattığı masallar yaşam ilerledikçe yok
olmadımı? Hayaller gittikçe yok oldu bazıları için, bazıları
gerçekleştirebildi hayallerini..
Hayatı yaşarken masalları unutup gerçek deryasında bunaldık
bazen, bunalttılar. Bazılarının masalları yoktu, hiç olmadı,
onlar masalları olanların masallarını yok etti bu hayatta.

Kimileri de bazılarının hayat masalında yok oldu, kendi
masalından feragat etti. Bazıları başkalarının masallarına alet oldu,
kurban oldu, bazıları kurban etti hayallari beklentileri.

İclal aydın masalını yazdı aşk denilen olayın, hemde destansı
dillerde yazdı, tuna kiremitçide öyle, iki çok bilen dahi var
edemedi, o güzel aşk denilen hikayeyi yazamadı bir araya gelince.
Hikaye oldu yani.. Demekki dedim aşkı çok bilmek marifet
değilmiş, sayfa sayfa kitaplarını yazmak marifet değilmiş, iki
doğru insan bir araya gelmedikçe herşey yalan ve masaldan
ibaretmiş. Tuna kiremitçi denen, aşkın kitabını yazan rezil
yine eski karısına döndü! Acaba neler oldu olayı tam olarak
bilemiyorum tabiki, ama görünen hoş değil, zira döndü...

Nerde yanıldı bu kadar sevginin aşkın kitabını yazan sözde
yazar.. Peki iclal aydın nerde yanıldı? Yanıldı demek mümkünmü
buna, biri çıkıyor seviyorum diyor, öyle gibi davranıyor,
samimiyetine inanıyorsun ve eski karısına dönüyor bu adam.

Kendini bilmeyen anlayamayan insanlar, yani kendini yanıltan
insanlar başkalarını öyle güzel yanıltırlarkii..  İclal Aydın da
yanıldı sanırım, aldandı, adam sandı, gerçek aşık sandı, seviyor
sandı.. Bir aşk küskünü daha oldu, bir aşkı hak eden daha
kaybetti, belki artık aşka olan inancını kaybetti, belkide aşk
dolu hayat hayalini.. Hiç bir Aşk tek başına var edilemez yaşatılamaz..
Aşkın kitabını yazanlar da yanıldı...