29 Haziran 2010 Salı

ÇADIRLARIMIZI KURDUK AZCIK GEZDİK.:) Tıklayın büyüsün.:)

BİLECİK GÖLPAZARI ÜZÜMLÜ KÖYÜ GEZİMİZ

Bu güzel etkinliği sevgili Kudret bey düzenledi. Her zaman olduğu gibi İncirliden çıktık yola, gümledi arka teker verdik bir mola.:) 1saat süren uğraşdan sonra devam ettik ve İsmailin yerinde sabah kahvaltımızı yaptık.
Köyde düzenlenen festivale yetişip etlinliğe katılmaktı plan fakat geç kaldık ama etli pilavı kaçırmadık.:) Çok güzel yapmışlardı ellerinize sağlık dedik ayranlarla götürdük bi güzel.:) Gölpazarı kaymakamıyla tanıştık ve aramıza kattık ve ilk olarak köyün yanıbaşındaki yüksek bir kayaya ufak bir kaçış yaptık hepbirlikte, kayanın yerlisi bir sansar karşıladı bizleri ama huzurunu kaçırmış olacağız ki anında kaçtı sonra bizde canınsağolsun deyip tepedeki neden yapıldığını tam olarak anlayamadığımız 4oyuğu inceledik, uçurumun dibine kadar gidip geri kaçtık.:)
Sahi bu arada köy ve civarı adeta kiraz cennettiydi köye yaklaşırken siftah olarak daldığımız bir ağaç sonrası yanından geçtiğimiz her kiraz ağacından göz hakkımızı almakta hiç tereddüt etmedik.:) Köylüler o kadar sıcak güzel insanlarki hep kiraz bahçelerine davet ettiler, hatta dönüş yolunda parayla istediğimiz bahçe sahibi bunu kabul etmeyip buyrun dalında yeyin dedi, araçtan 14kişi inince umarım pişman olmamıştır.:))

Neyse efem Kaymakam beyle bu ufak gezi sonrası köye dönüp kendisini bırakıp biz eski köye ufak bir trek yaptık. Asıl köy heyelan tehlikesi yüzünden boşaltılmış ve bu eski köy buram buram tarih, anı kokuyordu doğrusu..daracık taş döşenmiş yolları, tahta ve topraktan yapılmış evlerinin güzelliklerine bayıldım şahsen.

Akşam olmak üzereydi ve çıktığımız yüksek kayalık akşamı erken getirmiş, güneş halen var olmasına rağmen gölgesi üstümüze düşmüştü, kamp yerimize dönüp çadırları kurmak üzere herkete geçtik. Kısa süre içinde herkes yerini beğenip çadırını kurdu. İki adet kendinden oturaklı pratik 6şar kişilik masayı ortaya kurduk.
Bu sırada Kudret beyin yola çıkmadan sipariş ettiği Gölpazarından alınan köfteler büyükçe bir mangalda sevgili Hasan bey tarafından pişirilmiş, salatalar hazırlanmıştı. Haydi baylar bayanlar köfteler hazır anonsuyla hepimiz çok lezzetli köfteleri götürmeye başladık.:)
Ortalık toparlandıktan sonra hava iyice kararmaya başlamıştı ve gece için ateş yakmak üzere ormadan kuru ağaçlar temin edildi. Ateş yakıldıktan sonra altımıza mat,ları alıp ateşin etrafında toplandık gitar çalıp adet olduğu üzere akdeniz akşamlarını söylemeye başladık, şaka şaka.:) Her zaman olduğu gibi yoğun istekle birlikte sevgili Osman bey güzel türkülerine şarkılarına başladı ve biz çirkin sesli yancılar eşlik etmekle yetindik.:) Tabiki Selma hanımda bizzat ve şahsen renk kattı sağolsun.:)

Yol yorgunluğu ve ufak trek,in yorgunluğu vs. bir araya gelince ben çadırıma dalıp uykuya dalmaya çalıştım, tertemiz havada çok zor olmadı. Ertesi gün yan çadırdan horladığıma dair kuru bir iftirayla karşılaştım.:) Hayır efendim ben horlamam yastık problemi yüzünde di bi kere.:) Neyseki üst çadırlardan birinden daha yüksek desibelde bir horlama gerçekleşmiş de ben kaynadım.:) Sabah harika bir kahvaltı yaptık, çadırlarımızı toplayıp günün planını yaptık ve yola çıktık. Aslında derin suları olan derin bir kanyona girilecekti fakat son günlerde yoğun yağan yağmur yüzünden tehlikeli olabileceğine karar verilip dere yürüyüşü planlandı.

Dereye vardığımızda suyun yağmurlar yüzünden sapsarı aktığını gördük dibi gözükmediği için karşıdan karşıya geçip dere kenarından patikadan yürüyüş yaptık. Bu arada sanırım eski Roma uygarlığına aitti, kaya mezarı gördük tabiki hemen her yerde olduğu üzre etrafı çalılarla kapatılmış keçi ve koyunların ahırı olarak kullanılıyordu! Eski ipek yolu oradan geçiyormuş yer yer bunun izlerini gördük derin kanyonun kenarlarında.

Ve yürüyüşden dönüş finali.. Hamam denilen yere geçtik. Dar bir yerde yaklaşık 2,5metre yüksekten dümdüz bir kayanın içinki ufak bir delikten akan yaklaşık 28derece olan harika bir oluşumdu ve bizde suyun altına girip doğal jakuzi masajı yaptırdık.:) Suyun altından çıkmak istemedik, altına bazen 3er kişi sığmaya çalıştık çok güzel bir ortamdı.:) Köydeki bir inanışa göre çocuğu olmayan kadınlar suyun aktığı yere bir yumurta koyuyorlarmış yumurta erirsemi orda durursamı tam anlayamadım bişi olursa çocuğu oluyormuş.:)

Daha sonra ordan istemeyerek ayrılıp bizi bekleyen aracımıza yürüyüşe geçip, varıp, köye döndük. Son kalan düzenlemeleri yapıp İstanbula doğru yola çıktık, yolda kiraz toplayan köylülerden kasası 15kg gelen kirazı 15TL,ye 2kasa aldık, evet yanlış okumadınız burda 4-5TL olan napolyon kirazını köylüden 1-1,5TL.ye alıyorlarmış. Aslında bazı ürünler hal,e girmeyip marketler tarafından daha iyi bir ücrete çiftçiden alınmalı.
Kiraz toplayan birini günlük yövmiyesi 30TL.imiş ve en fazla 50Kg toplayabiliyormuş. Nerden bakarsanız yazık, ne emeğin, ne çiftçiliğin hiç değeri kalmamış, zaten bu yüzden tüm civar köylerdeki yeni gençlik büyük şehirlere göçtüğü için köylerdeki nüfus çok az kalmış. İmkanları kazançları kısıtlı olan köylüler öyle sıcak güzel insanlarki misafirleri kazancın çok üstünde görüp öyle davranıyorlar. Günlüğü 30TL.ye işçi çalıştıran köylü 25,lik midibüsde bulunan insanlardan para kabul etmeyip bahçesine buyur edebiliyor. İnsanlık, sıcaklık, samimiyet sanırım artık küçük yerlerde daha büyük.

Özet yapmaya çalıştım ama iki günlük konaklamalı bu harika gezi ancak bu kadar kısaltılabilir herhalde.:)
Organizasyonu yapan ve çadırlarını ve tüm gerekli donanımı bizlere sunan sevgili Kudret beye çok teşekkür ediyorum. Varlığıyla emeğiyle güzellik katan tüm arkadaşlarada ayrıca çok teşekkür ediyorum.

Not:Resimleri gün ve gün geldikçe paylaşacağım, eminim çok beğeneceksiniz.

23 Haziran 2010 Çarşamba

İŞTE YERLİ LOST.:)

KİRAZLIDERE YÜRÜYÜŞÜ RESİMLERİ-1 (Devamı vaarr.:)

İZMİT KİRAZLIDERE YÜRÜYÜŞÜ

Pazar sabahı yine 5.15de kalkıp sırt çantamdaki son hazırlıkları yaparak 6.20de İncirlide oldum. Tam saatine hareket ettik ve hızlı güzel bir yolculukla İzmit Yuvacık Beldesi Servetiye Köyü Karaslan Alabalık tesislerine vardık Tesis oldukça güzel. Hemen servis açılmış bir masada kalhvaltımızı yapmak üzere yerlerimizi aldık ve çok geçmeden servis tabaklarımız geldi. Tabaklar klasik düzende ve fakat eksralar harika. Örneğin tesiste yapılan esmer ekmek sıcak sıcak servis ediliyor, güzel bir balın olduğu tabağın ortasına güzel bir tereyağı geliyor, çok güzel bir omlet, sigara ve puf böreği, patates, altı yanan ocaklarda sınırsız çay. Tabiki sonuç mükemmel bir kahvaltı.

Daha sonra tesisin içinden geçerek yürüşümüze başlıyoruz. Uzun zamandır kimsenin geçmediğini anladığımız kapanmak üzere olan patikadan ilerleyip bacaklarımızı çizen çalıların ve ham diye ısıran ısırganların hoşgeldiniz demesiyle ilerleyip bulduğumuz orman çileklerini yiyerek biraz ilerden soğuk sulara kendimizi atıyoruz.

Su gerçekten çok soğuk çivi gibi, çok güzel pırıl pırıl. Derenin içi zaman içinde kayganlaşmış taşlarla dolu bu yüzden derenin içinde bazen çayda çıra oynar gibi kollar havalarda dengeyi sağlamaya çalışarak yürüyüşümüzü sürdürüyoruz.
Ortam herşey çok güzel. Muhteşem bir doğa, tertemiz bir hava, kuşların ve suyun çıkardığı senfonik sesler eşliğinde kendinizi kaybediyorsunuz. Derede yürürken buz gibi suyunu içebileceğiniz bir çok kaynak görüyoruz. Ve orman öyle yüksek ki ve üzerinizi ıhlamur kokulu bir yorgan gibi kaplıyor zaman zaman güneşi göremiyorsunuz. İstanbula bu kadar yakın bu kadar bakir güzel bir olduğuna şaşırıyorum ve şükrediyorum, bu Samanlı dağlarının korumaya alınması gerektiğini düşünüyorum.

Yürüyüşümüz öyle renkli ki, ormanlardan yürürken birkaç kilometre sonra büyük bir vadide olduğunuzu görüyorsunuz, daha sonra oldukça daralıyor ve muhteşem bir kanyon oluyor, üzerinizde metrelerce yükselen, güneşi sizden gizleyen bir kanyon. Onmetrelerce yükseklikte bu kayaların içinden çıkan koca koca ağaçların var olduğunu görüp hayran olmamak mümkün değil. İlk rastladığımız büyük su birikintisinde 4ekip üyesi suya giriyoruz, hemde ne su, tam anlamıyla nefes kesen soğuklukta, titretiyor ama çok da iyi geliyor, hem bırr yapıyoruz hemde sudan çıkmıyoruz. Bunu birkaç kez tekrarlıyoruz ilerleyen zamanlarda.

Saatler sonra çatallaşan kanyonda sola devam ediyoruz su biraz olsun azalıyor, vadiden çıkış zamanı yaklaşıyor fakat ilk çıkışı geçtiğimizi anlayıp gerimi dönelim yoksa hem gittikçe zorlaşan hemde en az bir saat yolu uzatan ilerdeki çıkışamı gidelim diye ufak bir oylama yapıyoruz, tabiki gruba yakışan oluyor ve ilerlemeyi seçiyoruz ve bence çok da iyi yapıyoruz. Zira yürüyüşü bir tür maceraya dönüşüyor, büyük bir heyelan bölgesindeki çarşak(taşlık) alanı geçerek arka tarafına geçiyoruz, güldür güldür akan dere ufak bir dereciğe dönüşüyor, nerdeyse bir saat daha yürüsek suyun çıkış noktasına varacağız. Bu arada hava kapatıyor ve gök gürlemeye başlıyor. Çıkış noktasına geliyoruz fakat en zorlu yer orası çıkıyor, bir ağacı akan ufak şelalenin içine yerleştirip yardımlaşarak yukarı çıkıyor ve ufak ama dik bir tırmanışla orman yoluna varıyoruz. Yağmur yağmaya başlıyor, az önceki ufak şelalede belimize kadar ıslanmıştık, şimdi yağmurla kuru kalan üst yarımızda kusur kalmayacak diye gülüşüyoruz.:)

Orman yolundan yine harika bir doğanın içinden kestane ağaçlarının kokuları eşliğinde hafif bir yağmurun altında bizi Servetiye Köyünde bekleyen aracımıza ulaşıyoruz. Ve getirdiğimiz yedeklerle üstümüzü değiştirip yemek yemek üzere yine Karaaslan tesislerine dönüyoruz. Sanırım saat 8.30 gibi İstanbula doğru yola çıktık ve adet olduğu üzere, ve Osman beyin güzel sesine katkıyla şarkılar türkülerle İstanbula varıyoruz. Saat 23.00de eve vardım harika bir yorgunluk vardı üzerimde başım yatağa çeyrek kala uykuya daldım.:) Çok güzel bir gündü, emeğiyle varlığıyla katkısı olan tüm grup arkaşlarıma çok teşekkür ediyorum.  Herkese tavsiye edeceğim harika bir parkur, ben bayıldım.

(Resimleri kendi ekranıma göre düzgün koyuyorum ama sanırım geniş ekranlarda düzeni bozuk dağınık çıkıyor)

21 Haziran 2010 Pazartesi

19 Haziran C.Tesi TERKOS GÖLÜNDE TURNA BALIĞI AVI


Kardeşim ve yeğenlerimle Sabah 6da kalkıp Terkos gölüne yola çıktık. Yaklaşık 9.30 gibi botu şişirip suya indirerek kaşık oltalarımızı atmaya başladık fakat ilk saatlerde hiç bir hareket olmadı, ilk turna yeğenime geldi ama bota yaklaştığı sırada oltadan kurtuldu ancak bir süre sonra ilk siftahı yaptım ve gerisi gelmeye başladı. Ben 8tane turna balığı tuttum, 4kişi toplam 17tane turna yakaladık.
Öğlen büyük bir ağacın altında pikniğimizi yapmak üzere karaya çıktık botu kıyıda bırakıp, döndüğümüzde bottan benim oltamın çalınmış olduğunu gördük ve lebi derya orman ve arazinin içinde beni bulan bu hırsızı topluca tebrik(!) ettik. Tabiki öğlenden sonra ben hiç atamadığım için hiç balık tutamadık. Şaka şaka.:) Her nedense öğlenden sonra gerçekten balık tutamadı kimse, sanırım güzel kaşık oltalarımızın sudaki otlara takılıp kopmaları yüzünden onlardan mahrum kaldığımız içindi., kalan takımlar da iş yapmadı ve bizde 5gibi karaya çıkıp, botumuzu toplayıp İstanbula yola çıktık. Güneş hiç eksilmedi üstümüzden o yüzden kollarımızın bir kısmı, şortların altında açıkta kalan bacaklarımız ve yüzümüz kıpkırmızı olmuş tabiri caizze amele yanığı olmuş bir şekilde döndük.:)
Göl balığının çoğu pek lezzetli değildir ve margarinle pişirmek gerekir, flato çıkarıp derin çizikler atarak kılçıklarını yok edip pişireceğim turna seven denemek isteyen varsa buyursun, :)

17 Haziran 2010 Perşembe

REGAİP KANDİLİNİZ KUTLU OLSUN, MÜBAREK OLSUN ARKADAŞLAR

17 Haziran Perşembe gününü Cumaya bağlayan gece, rahmet, bereket ve mağfiret mevsimi olarak nitelendirilen üç aylara girildiğini müjdeleyen Regaip Kandili. Evet yine üç aylara  giriyoruz, Hergeçen sene daha fazla Allahın rahmetini sevgisini kazanan kullardan oluyormuyuz acaba, yoksa daha çok uzaklaşanlardanmı oluyoruz? Allah yakınlaşanlardan eylesin, bu anlamda şuurumuzu, yüreğimizi hep açık eylesin, dünya zaaflarımızı heveslerimizi, O,ona olan sevgimizin çok gerisinde bıraksın, onun emirlerini bilen uygulayabilen, yaşarken bunları ve O,nu unutmayan kullarından eylesin. AMİN

Benim, sizlerin, bütün güzel insanların tüm güzel dua ve isteklerini bu güzel günün yüzü suyu hürmetine Rabbimin kabul etmesini diliyorum.

13 Haziran 2010 Pazar

ÇOCUKLARLA HAFTA SONU - TENEKE KEBABI


Dün akşam ki düğün çok güzeldi doğrusu. Uzun zamandır bu kadar çok oynayan gelin görmemiştim.:)
Gelin de damat da hep pistte kaldılar, birbirlerine yakışıyorlardı, ikiside güleç güzel gençlerdi. Kaderleride hayatlarıda güzel olur dilerim.

Bu akşam ortam sessiz, bizde çocuklarla teneke kebabı yapmaya karar verdik. Daha önceden de birkaç kez yaptığımız için gerekenler hazırdı. Bir yumurtayla tavuğu iyice sıvayıp daha sonra tavuk harcıyla kapladım, etin derin yerlerine birkaç çizik atıp özel aparat şişine güzelce yerleştirdim. Tabiki altta kalan tabağa 4domates, 4biber, fakat büyük bir gafletle soğan koymayı unuttum.:)

Ateşi yakıp kor haline geldikten sonra 40dk bekledik vee harika bir görüntü.:) Akşam üstü ve hava çok güzel, masayı kurdum, çocuklarım ve bir akrabam vardı soğuk içecekleri servis ettim, tavuğu ortadaki tepsiye ellerim yana yana parçalamaya çalıştım ve sonra, bu akşam çatal yasak, türk filmlerindeki Erol Taş misali yenecek talimatıyla servisi başlattım.:) Yine resim çekemedim ama bunlar aynının tıpkısı.:)
Hadi buyrun.:)

12 Haziran 2010 Cumartesi

ÇOCUKLARIMLA HAFTASONU--VE DÜĞÜN









Bu hafta çocuklarım yanındayım Kırklarelinde, şu anda müthiş bir sıcak var. Sıcak ama aynı zamanda şu anda akşam yapılacak olan düğünün davul seslerini duyuyorum. Yemekler hazırlanmış ve birazdan gölgede kurulan sofralarda kasaba halkına ve gelen misafirlere yemek verilecek. Değişmeyen bazı gelenekleri seviyorum, tüm yozlaşmalara inat. Tüm ufak çocuklar yemek için toplanmış ordan oraya koşturuyorlar, saati bekliyorlar.:) Büyükler çocukları asla rahatsız etmiyor, asla horlamıyor, bir söz söylemeye çalışanı susturuyorlar bırakın yesinler diye, bekliyorlar sıralarının gelmesini..hoşuma gidiyor bu tutum.

Yemeklerin dağıtma işini düğün evinin yakınları ve komşuları yapıyor, ellerde kaplar uzunca kurulan masalardan kim nerden seslenirse oraya koşturuyorlar.:) Buraya taskebabııı, buraya pilav getiririnn, burda ayran bittii, tatlı kaldımı tatlıı..:) Çok büyük bir aile gibi, ne kadar güzel bir ortam. Yemek dağıtanlar ve bir yandan sofradan kalkanların tabaklarını toplayanlar, gülüşmeler.. Şu anda düğün konvoyu kasabayı gezmeye herkese düğünü ilan etmeye çıktı.

Akşam hava kararıp serinledikten sonra kasabanın büyük meydanında düğün başlayacak, gelin ve damat büyük pistin baş köşesinde yerini alacak ve takı için upuzun bir kuyruk oluşacak..herkes karınca kararınca birşeyler takacak evli çiftlere, takı en az 1,5 saat sürecek.. Sonrası ise daha bir görülmeye değer, adeta bir sayfiye yeri, tatil bölgesi gibi, herçeşit müzik, büyük bir pistte oynayanlar..Ve mutlu olmak üzere bir araya gelmiş cicim dönemini yaşayan çiftin yeni hayatına başlaması.:) Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.:)

SON

10 Haziran 2010 Perşembe

DEĞİŞİYORUM, DEĞİŞTİRİYORUM..

Şu sıralar bir silkelenme bir değişim yaşamaya çalışıyorum. Bazı şeyleri anlamaya çalışıyorum, ya da anlamaktan vazgeçip umursamamaya çalışıyorum, boşveriyorum. Hayatın gerçekleri ile, hayatın olması gerekenleri arasındaki farkı anlamaya, hangisini dikkate almak gerektiğini beynime kazımaya çalışıyorum, çünkü düne kadar hayatın gerçeklerini umursamayıp olması gerekeni yaşamaya çalışıyordum inatla. Örneğin bir insan, değer verdiği insanı samimi duygularla sevmeli, emek vermeli, duygularını açmakta hesap yapmamalı, içten olmalı gibi şeyleri olması gerekenler diye düşünürdüm..bir çok insan, şımarır, yaranamazsın, şu bu diyerek aksini söylerken...
Ya doğruymuş, ya ben yanlış insanlara denk geliyorum, ya da ben kendimi bir halt sanıyorum. Zira aklın mantığın almadığı şeyler artık iyice canımı sıkmaya başladı. Bir taraf ne kadar özveriliyse karşı taraf o kadar hoyrat oluyor, ama genede herşey gayet güzel gidiyor, ee bu olması gereken değil ki şimdi..ama hayatın gerçeği işte. Zaten artık aşka inanmadığımı şansa inandığımı yazmıştım daha önce. Tamam aşk var..ama aşk vaar aşk varr. Karşındaki kıymetini bilmedikten sonra başka birşeyin kıymeti varmı? Adam atıyor aldatıyor kadın gene seviyor, adam bencil çalışmıyor kadın çalışıyor olsun o benim erim diyor.. Anlatabiliyormuyum?

Aşka gelirsek..Diyelim severek aşkla başladın ama karşı taraf aldattı, e bu aşk olamazki sen istediğin kadar bir isim koymak adına aşk de. Veya diyelim aşkla başladın, aşk var gibi gitti, ama sonra o çekti gitti, e buda aşk olamaz.. Bir yürek kaç aşk yaşayabilir allah aşkına? Gerçek Aşk bambaşkadır, yaşadığın bu değilse hiçbir kıymeti yoktur bana göre. Hep dediğim gibi gerçek olanı sonu belirler. Şansın yoksa ne yaparsan yap hep yalancı aşk-LAR yaşarsın, şansın yoksa ağzınla kuş tutsan yaranamazsın, şansın yoksa kendini paralasan emek versen hepsi boşuna...gelde şimdi aşka aşk diye bak da yaşa.. Değişiyorum, değiştiriyorum...

Eskiden yanlış gördüğüm şeylerde her ne pahasına olursa olsun tepki gösterirdim, haksızlığa uğrayanın yanında olurdum, yanında olduklarımdan kimse yanımda yok?! Hala mazlumu ezene fırsat vermem ama artık eskisi gibi herşeye burnumu sokmayacağım. Yok hiç gerek yok. Eskiden Can Dündarı sever yazılarını koyardım postlara, adam aşkı kadını ne anlatırdı ama...e bu adam karısını aldattı! Geçen gün şu rezil isralin baskınıyla ilgili, israilden bir hükümet sözcüsüyle söyleşi yaptı programında, 9 masum insanımızı uluslararası karasularda öldüren 19 yaşında Furkanımızı öldüren rezil devletin rezil sözcüsü Ülkemizi suçladı, büyük bir arsız ve yüzsüzlükle neler söyledi ve Can Dündar pısırığı tek kelime edemedi! Şimdi ben bu adamımı bir adam sanacağım yani! Çevremde bakıyorum da bu konuda dünyanın lafını ahkamını edenler, onlara israil mallarıdan oluşan listeyi gösterdiğim halde aynen kullanmaya, yemeye içmeye devam ediyorlar, acaip bir şey!

Bir insanın iyiliği için uğraşıyordum bir dönem, o kişi bana sanane mesihmisin sen, senmi dünyayı kurtaracaksın demişti..haklıydı..banane aslında, bırak insanlar kendi akıllansın, kim kendini neye müstehak görüyorsa öyle yaşasın, kimse uzayda yaşamıyor, insan dediğin ademden bu yana binlerce yıllık evrimin eseri, akıllı olsun, aldanmasın, hayvana insan demesin, kör olmasın, banane..  Değişiyorum, değiştiriyorum..

Sonsözüm hala belli değil ama önsüzümü değiştiriyorum, "doğruyu söylemek adına son köye yerleşmiştim" demiştim, şimdi bundan vazgeçiyorum. Çok uç bir çirkinlik, hata olmadıktan sonra susmayı tercih ediyorum artık. Her insan hata yapar, ama benim nazarımda, samimi bir şekilde pişmanım deyip boynunu eğen insan temizlenmiştir, bitmiştir, ötesi olmaz. Bir hata, ve hata sonrasında hata ettim, şu yüzden oldu, pişmanım dedikten sonra dışlanıyorsan hemen, o zaman neden hep hata yapmamaya çalışıyoruzki. Önemli olan dersini almak değilmidir, aldıktan sonra bile değişen birşey yoksa....  Değişiyorum değiştiriyorum...

Huzur içinde insan gibi onuruyla yaşamak isteyen, olursa hayalleri özlemleri ile yaşamak isteyen, olmazsa da boynu kılan ince anlayışında kadere inanan Allahın verdiklerine şükreden, zorlamayla birşeyin olmadığını gören bir noktadayım artık. Daha önce de dediğim gibi, huzur içinde, gezi, çiçek, böcek, çorba, börek çörek
en iyisi. Kendimi bildim bileli Maviyi tutkuyla severim, mavi denizi, mavi gökyüzünü, maviyi herşeyde severim.
Ayrıca doğa tutkunuyum çocukluğumdan beri, çocukluğumda evimize1-2km uzaktaki çamlığa kaçardım her fırsatta, bir ağacım vardı üstüne çıkar geçen trenleri seyrederdim, denizi seyrederdim, huzur bulurdum.
Şimdi MAVİ TUTKUyu tercih ediyorum, bunun içinde doğa tutkusunu ve huzuru katarak.
Değişiyorum değiştirdim...