31 Mart 2010 Çarşamba

BUDA BENİM PATATES MÜCVERİM.:))

Ah yemek blogu arkadaşlar başıma iş açtınız.:) Dün patates mücveri gördüm tarifi kolay geldi, e patatesin hemen her türlüsünüde severim denemek şart oldu.:) Patatesleri gayet güzel rendeledim, suyunu sıktım aldım, maydanozu doğradım evde dere otu yokmuş gittim aldım geldim.:) Sonra onuda ufak ufak doğradım, karabiber, oldukça pul biber ve 2yumurta kırıp çırpıp onuda kattım harcı elde ettim, iki kaşık un yazıyordu eh iyi onuda kattım fakat çok sulu gibi geldi az bişi daha katayım dedim katıp karıştırdım, yağı iyice kızdırdım kaşıkla dökmeye başladım, gayet güzel kızaran tarafı çevirip diğer yüzünüde kızarttım, görüntü fena değildi.:)
Sıra ilkini tatmaya geldi.:) Güzeldi güzel olmasına ama unu fazla katınca biraz çörek gibi oldu ya.:))
Mercimek, etli kuru fasulye, pilav ve kadayıf tatlısına kafayı takmıştım onları çok iyi yapıyorum artık uzmanlaştım.:)) Sıra patates mücverinde uzmanlaşmaya geldi.:)) Yalnız benim çok kötü bir huyum var tarife hiç sadık kalamıyorum herşeyi ekliyorum.:)) Gerçi bazen çok güzel tadlarda çıkmıyor değil.. Eh bu akşam yine denicem bakalım nasıl olacak.:) Ah yemek blogcu arkadaşlar ah başıma neler açıyorsunuz.:))

30 Mart 2010 Salı

ESKİDEN

Çember çevrilir, Su musluktan içilir,  Ağaçlara tırmanılırdı.
Bebekler bezden, Silahlar tahtadan, Resimler kömür karasından yapılırdı. Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin  İsimleri konulur, Saatli maarif okunurdu.
Komşuda pişen Bize... Bizde pişen komşuya düşerdi.
Geceler ayaz, Sokaklar karanlık, Yıldızlar parlak olurdu. Turşu, salça, mantı Evde yapılır, Karpuz kuyuda soğutulurdu. Erik ağacının çiçeği, Pencere camımıza yaslanır, Güz yaprakları bahçemize düşerdi.
Kardan adam yapılır, Evlerde soba yakılır, Kış gecelerinde masal anlatılırdı. Merdiven çıkılır, Aidat ödenmez, Yönetici seçilmezdi. Evler badanalı, Sokaklar lambasız, Mahalleler bekçili olurdu. Ajans radyodan dinlenir, Çizgi roman okunur, Defterlere kenar süsü yapılırdı. Hayat, Arkası yarın gibiydi, Kesintisizdi. Her gün yaşanacak bir şey vardı. Herkes kendi düşünü kurar, Kendi hayatını oynardı.
ŞİMDİ

Şimdi,  Herkes
Yoğun, Yorgun Ve Tek başına...
(C.Dündar)

29 Mart 2010 Pazartesi

ADSIZ

Ne demek istediğinizi anlamadım, sadece isimle bulamadım. Lütfen daha açık yazarmısınız??

26 Mart 2010 Cuma

HOŞÇAKAL-- KAÇ GERÇEK AŞK?!!

siyah beyaz tuşlarında piyanomun
seni çalıyorum şimdi
çaldıkça çoğalıyorsun odada
sen arttıkça ben kayboluyorum

seni doğuruyorum geceye
adını koyuyorum aya bakarak
her şey sen oluyor her yer sen
ben ölüyorum

sesini duyuyorum rüyalarımda
gözlerimi kamaştırıyor ışığın
rüzgar sen gibi dokunuyor bana
ben doğuyorum

duymak istediklerimi söylemiyorsun hiç
dokunmuyorsun bana
sen gibi bir şimşek çakıyor
tam kalbime düşüyor yıldırımı
ben gidiyorum (Ö.ASAF_

Eskiden bir kaç şiir yazmıştım, şiirlerimi düşürken, nette gezerken beğendiğim Özdemir Asafın bu şiirini paylaşmak istedim, sonra başladım düşüncelerimi yazıya dökmeye...
Bir şiir yazarsın sevdiğine böylesine, ölesiye, doğarak, ve yok olarak. Doğmak güzeldir bir Aşk'la.. Ölmek çok kötüdür bir Aşk'la. Gerçek Aşık oldunuzmu hiç, yaşadınızmı bunu? Peki gerçeğine kadar kaç aşkı aşk sandınız?? Gerçek Aşkınızlamısınız?
Böylesi gerçek(bence) Aşkların  anlatıldığı şiirleri okuduğumda hep bunu düşünürüm, acaba gerçek Aşk değilmi ki sonu böyle bitiyor diye.. Bir insan kaç defa Aşk yaşar ki, yani gerçek Aşktan bahsediyorum.. Kaç kadına, "gözlerimi kamaştırıyor ışığın" diye şiir yazılır? Kaç şimşeği kaç kadın çaktırır insanda, kaç sesi rüyasında duyar insan, kaç tende yok olur, kaç tende ruhu bedenini terk edecek kadar kendinden geçer??

 Kaç gerçek Aşk yaşanır, ve her Aşkta bu durum yaşanırmı bilemiyorum, 2defa, 3defa, 4defa gerçek Aşk yaşadım sözcüğü çok saçma geliyor anlayamıyorum, olabilirmi bu? Ve gerçek aşklar neden mutlu sonla bitmez anlayamıyorum..aslında gerçek değilmidirler acaba? Aşk sana yaşatılanmıdır, kendi içinde yaşadığınmıdır?
Böyle Aşk şiirlerinin veya hikayelerinin mutsuz sonla bitmeleri kendi içinde yaşatıldığı gibi gelir bana, çünkü eğer karşılıklıysa ve gerçekse Aşk, herşeye hatta ölümüne sahip çıkılması gerektiğini düşünürüm. Neden bu kadar çok mutsuz Aşk şiir var acaba, ne olduda bitti, ne olduda ayrıldılar...

Aşk ne menem birşey böyle..çok iyi tanıdığım biri var, hayatını biliyorum, neyi nasıl mahvettiğini biliyorum
neye aşk dediğini, yıllarca nasıl bir saçmalık içinde yaşadığını, harika bir Aşkı tüm körlüğüyle çiğliğiyle nasıl rezil ettiğini biliyorum, ve hala aşkdan bahsediyor..yaşadığı yaşattığı şeyler ortadayken bir insan nasıl böyle olabilir anlayamıyorum..duruyorum, düşünüyorum ve diyorumki Aşkı işte böyle insanlar mahvediyor olmalı, mutsuz biten şiirleri böyle insanlar yazdırıyor, yürekleri kırıklarla dolduruyor, hayatı boşluklarla, ve birşey yokmuş gibi devam edebiliyorlar yüreklerin katili olduklarını görmeden...

24 Mart 2010 Çarşamba

ANLAYIN, SEVGİ İÇİN ANLAYIN..! VE SARILIN...

Lütfen içinde sevginin olduğu herşeyde çok dikkat edin, zira yanlış görüyor, veya göremiyor olabiliriz bazı şeyleri.. Haksızlık ediyor olabiliriz, elimize geçen Allahın güzel bir lütfunu hoyratça harcıyor olabiliriz.
Bu konuda hoşuma giden bir yazıyı paylaşacağım.

Sevgi için anlayın;
Bir söz içinde sözün söylendiğinden fazlası vardır. Sözün ilk anlamı üzerinden anladığımız sadece bir gölgesidir. Ama unutmayın ki her gölge arkasında güneşi saklar. Özellikle yakın olanlar sözlerin söylendiğinden daha çok şey söylemek isterler birbirlerine. Sözün içine baktığınız kadar arkasınıda kollayın. Çünkü gölge güneşten haber verir. evliliğinde sorunlar yaşayan bir erkeğe annesinin şu sözlerini aklınızdan çıkarmayın; "Eşinin söylediklerini dinle!" Aynı erkek, bir defasında yine annesine baş vurur. Bu defa asıl öğüdünü fısıldar annesi. "Şimdi git ve eşinin sana söyleyemediği her sözcüğü dinle." Aşka giden yolun kapısının anahtarı sevdiğinizi kulaklarınızla dinlediğiniz kadar kalbinizle de dinleyebilmenizdedir. Gölgeyi görüp güneşi fark etmezseniz üzülürsünüz. (S.DEMİRCİ)

Bu güzel yazıda bir anne öğütte bulunmuş, biz gönül gözü öyle açık insanlar olalımki kulaklarımızın duymadığını her zaman yüreğimiz duysun. Haksızlık yapanların gönül gözünü açmasını diliyorum Allahtan.
"Şimdi git ve eşinin veya sevdiğinin sana söyleyemediği her sözcüğü dinle."

20 Mart 2010 Cumartesi

Caprice Restaurant'ta Blog Yazarları Brunch Buluşması Gerçekleşti

Bu gün çok güzel bir gün oldu gerçekten  http://www.degisiktatlar.com/ ve
 http://celebi74-celebi74.blogspot.com/ organizasyonları sayesinde bir çok blog yazarı bir araya geldi.
Kelimenin tam anlamıyla aile toplantısı gibiydi, güleryüzlü, güzelyürekli insanlarla olmak bir şans diye düşünüyorum. Ortam da çok sıcak ve güzeldi, açık büfedeki çeşitler güzeldi, ne diyeyim herşey çok güzeldi.:)
celebi74 hepimize çok şık ayakkabı torbaları dikmiş ve içerisine takılar, kalemler , logolorımızın bulunduğu kartlar ve tüm katılımcı listesini koymuş böylesi bir emeği taktir etmemek mümkün değil, çok sağolsunlar. Her iki arkadaşımızda nerdeyse yerlerinde hiç duramadılar herkesi ihmal etmemek adına, harika bir ev sahipliğiydi.

Yeni blogcu arkadaşlarla tanışmak, sohbet etmek, fikir alışverişinde bulunmak çok güzel oldu. Blogumda yorumlarından tanıdığım Ece hanım ve eşiyle tanıştığım içinde çok mutlu oldum, büyük oğulları ve benim büyük oğlumun Kırklarelinde aynı okulda okuyor olmaları müthiş bir tesadüf oldu, şimdi kısmetse çocuklarımızı tanıştıracağız birbirleriyle.:) Özellikle çektiği doğum fotoğraflarıyla çok etkilendiğim http://www.duslerdenizi.blogspot.com/  yakından tanımak güzeldi, izin verirlerse ufak kızlarını yanaklarından öpüyorum ve eşine çok selam yolluyorum. O kadar çok güzel anlar yaşandıki atlayıp haksızlık yapmaktan korkuyorum zira aslında yazılacak o kadar çok şey varki, değişiktatların blogunda dediği gibi anlatılmaz yaşanır tadında bir gündü. Resimlerin üstünü tıklayarak büyültebilirsiniz.

18 Mart 2010 Perşembe

SU-SEVGİ / BUZ-NEFRET

Su ne kadar güzel birşeydir öyle değilmi. Diliniz damağınız kuruduğunda bir bardak su nasılda sevindirir insanı. Denizi, nehiri, gölü yani suyu seyretmenin ne kadar güzel ve rahatlatıcı olduğunu kim inkar edebilir. Su candır, su olmazsa olmazdır.. Su berekettir can verir, hayat katar, bahar katar..

Buz tehlikelidir, kırılırda içine düşerseniz sizi yok edebilir. Buz soğuktur kanını dondurur insanın, sıcaklığınızı alır... Bir kaya olsanız sizde biriken su can katabilir, fakat o su buz tuttuğunda onu parçalayabilirde.
Buz kırılır içine düşersiniz, ya da siz kırılırsınız buz içinize düşer..

16 Mart 2010 Salı

Üç film, üç yorum. :)

1.
Pazar günü çocuklarla Kırklarelinde izledik bu filmi. Trakya şivesi azcık abartılıda kullanılmış olsa güzel filmdi, hepten aykırı aykırı şeyler yoktu.:) İyiydi beyaa iyiydi.:)
Kimden ötürü benden ötürümü senden ötürü.:))
Çanakkale – Geyikli’de dedesi ve ninesiyle yaşayan klarnetçi Hüseyin’in hikayesi. Bir şekilde hayatına devam eden bu arada da bir hemşireye sevdalanan Hüseyin, hayatını değiştirebilecek bir haberle İstanbul yollarına düşüyor.  Filmde bir kere gerçekten çok güzel oyunculuklar izliyoruz. Ata Demirer’in Trakyalı şivesi ve tavırları zaten stand up gösterilerinden tanıdık ve bir o kadar da başarılı. Ayrıca film için gerçekten de klarnet ustası Serkan Çağrı’nın babasından ders alarak klarnet çalmayı öğrenmiş, marifetlerini film boyunca izliyoruz. Demet Akbağ’a gelince son yıllarda Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli kadın komedyenlerden biri olduğunu bir kez daha kanıtlıyor bu filmle. Canlandırdığı Firuzan karakterinde her gün ekranda gördüğümüz Seda Sayan, Demet akalın, Lerzan Mutlu gibi isimlerin bir karmasını görüyoruz. 

Son yıllarda Türkiye’de pek çok komedi filmi yapılıyor. “Eyvah Eyvah” bir kere samimiyetiyle pek çok filmden ayrılıyor. Filmin bir yerinde ufak bir küfür bir yerinde de Demet Akbağın okkalı bir küfüründen başka yok, bunlarda çok rahatsız etmiyor. Gerçekten bizden bir hikaye var ortada; -mış gibi olan, naylon karakterler üzerine dönmüyor hikaye. Film boyunca hikayenin içinde olup gerçekten eğleniyorsunuz. Esprilerin düzeyi çok iyi ayarlanmış. Ne yerlerde geziyor ne de havalarda sıkmadan, sululuklara bulaşmadan, tempoyu düşürmeden yapmak marifet ve bu film bunu kesinlikle başarıyor. Eli yüzü düzgün, izleyiciye doğru anlatılmış bir Türk filmi izlemek ve gerçekten iyi zaman geçirmek istiyorsanız bu şansı değerlendirin.

2.
Onur'un hayatı kürek takımından arkadaşı Vedat'ın doğumgünü partisinde Zeynep'le tanışmasıyla değişir. Kalabalık ve gürültülü bir barda hiç konuşmadan geçen gecenin sonunda Zeynep, Onur'un işitme engelli olduğunu öğrenir. Ama bu durum Zeynep'i Onur'dan uzaklaştırmaz.

Babasının annesini aldattığını öğrendikten sonra bu durumu kabullenemeyip evden ayrılan Zeynep, bir çok iş değiştirdikten sonra çağrı merkezinde çalışmaya başlar ama ağır çalışma şartlarından ve karşılığında kazandığı paradan çok mutsuzdur. Bütün gün telefonda tanımadığı insanlarla konuşmak zorunda kalan Zeynep konuşmadan anlaşabildiği Onur' la huzur bulacağına inanır.

Bu film insanın asla yaşamadan bilemeyeceği şeyleri gösteriyor insana, bu anlamda ben çok beğendim ve özellikle eşlere ve sevgililere birlikte izlemesini tavsiye ediyorum, öyle tahmin ediyorumki bazı şeylerin kıymetini bileceklerdir bu filmden sonra.

3.
Tam bir izle-unut filmi. Şu yaşadığımız modern çağın modern! aşk ilişkilerinin perdeye yansıtılmış hali, yani bildiğimiz gördüğümüz dışında hiçbirşey yok. 2saat vakit geçirirsiniz bence sadece o kadar.

14 Mart 2010 Pazar

AŞK VAR İYİ BİTEN, AŞK VAR KÖTÜ BİTEN BİTİREN..



Can Dündarı,ın "Aşık olmaya hazırmısın" videosunu izledim şimdi, ve ekledim kendimce ekleyebildiğimce..
Sevdiğinleyken ruhunu senden çekip alıyorsa ve o anın akıl almazlığını yaşamak sana nasip olmuşsa, sarıldığındaki o haz gözlerini kapattığında bir daha açmayı hiç istemeyecek kadar büyükse, o anda hayat dursun istiyorsan, saçının telinden ayak uçlarına kadar her zerren güm güm diye atıyorsa ve sadece sonsuz bir huzur mutluluk varsa tüm bedeninde, bir ten,ki yakıp kavuruyor fakat aynı zamanda tüm bahar çiçeklerini açtırıyorsa dünyanda, geceleri uyurken onun adıyla uyanıyor ve yüzünde eşsiz bir gülümseme oluşuyorsa, o zamana kadar sana huzur veren zevk veren güneşin batışı o yokken renksiz ve anlamsız geliyorsa, birlikte geçirdiğiniz bir gün sonrası o hasta olduğunda Allahım bende olayım diye dua ediyorsanız, bir gülü bin gülü ona az görüyor dağlarda sadece kışın açan Kardeleni bulup onun gözleri önünde açtırıyorsanız, sesini duymadığınız da uyku tutmayan zehir bir geceye mahkum oluyorsanız, her duanızın başında artık o varsa ve Allahım onu bana bağışla diye başlıyorsa, yıllar geçse bile her buluşmaya gittiğinizde ve gördüğünüzde kalbiniz yerinden çıkacak gibi oluyorsa, yeşil gözlerinde baharın en güzelini görüyorsanız, gülüşü bir ömre bedelse sizin için, telefondaki cıvıl cıvıl sesi bile kalbinizin akmasına neden oluyorsa, şu dünyada bulunmuş sevgiyi en iyi ifade eden sözler bile size yetersiz geliyorsa, önünüzde yürürken verdiği nefesi içime çekeyim diye düşünerek arkasından yürüyorsanız, saçının telini kalbinizin üstünde taşıyıp ona her baktığınızda gülümseyip mutluluğu hissediyorsanız, okuduğunuz hiç bir aşk romanında veya hikayesinde sizin yaşadığınız aşkın zerresini göremiyorsanız, kesinlikle tüm kelimeler kifayetsiz geliyorsa içinizdekini anlatabilmeye, akşam olup ayrıldığınızda içiniz buruluyor dünyanın en yalnız insanı oluyorsanız, artık hayattan tek isteğiniz onunla yaşayıp onunla yaşlanmaksa...siz ne yaşıyorsunuz demektir bu???
Peki böylesi bir şey kötü bitiyorsa???

12 Mart 2010 Cuma

VE İŞTE RÖPORTAJ..

Tekrardan merhabalar. Bildiğiniz gibi Sanal Röportajlarımız devam ediyor. Ve gayette güzel gidiyor. 5 hafta oldu ve hiç ara vermeden Blog yazarı arkadaşlarımı burada sizlere tanıtma imkanı ve onlarla sohbet etme imkanı buldum.
Bu hafta da yine benim çok beğenerek okuduğum, bir blog yazarını ağırlayacağım burada. Kendisi bize uzak bir köyden seslenecek. Herkesin bildiği bir köy değil burası. Hani zaman zaman doğruyu söyleyip dokuz köyden de kovuluruz ya. Gidecek başka bir yer bulamayız ama bu konuğum kendine bir köy yaratmış ve bu köy'ün adına Onuncu Köy demiş. İşte bu gün Onuncu Köyün Adamı ile birlikte olacağız. Kendisi ile güzel bir söyleşi yapacağımızı umud ediyorum.

SYK: Efendim öncelikle hoş geldiniz. Beğenerek okuduğum bir yazarını burada ağırlamak büyük bir şeref benim için. Nasılsınız? onuncu köyde havalar nasıl? :)

O.K.A Hoş buldum davetinize çok teşekkür ederim onur duydum. Çok sağolun o şeref bana ait blogunu ve duruşunu çok beğendiğim insanlardansınız. Efendim bu soruya samimi cevap verecek olursam onuncu köy oldukça karışık aslında uzun süre önce başlayan herşeyin ters gittiği dönem halen devam etmekte ve herşeyi yoluna koymak için sabrım ve çalışmalarım devam etmekte.

SYK: Şu cevap öyle gösteriyor ki, Mücadeleyi, ve sabrı asla elden bırakmayan birisiniz. İnanıyorum ki zamanla her şey dilediğiniz gibi olacak. Sizinle daha önce bir blog yazarı toplantısında karşılaşmıştık. Ama fazla konuşma ve birebir tanışma imkanımız olmamıştı. Şimdi burada bize kendinizi tanıtır mısınız? Onuncu Köyün Adamı Kimdir?

O.K.A: Evet konuşma fırsatı olmadı orda, toplantı çok güzel ve kalabalık oldu ve siz masanın diğer tarafında ben öbür tarafında kaldık, vee ben oldukça mahçup kaldım doğrusu o kadar yanlız kalacağımı hiç ama hiç tahmin etmemiştim utanmadım desem yalan olur.:) Allahtan Hilal hanımın eşi gelmişti ve kendisiyle sıcak bir sohbetimiz olmuştu, ve iğneiplik,in arkadaşı vardı tabiki.:) Onuncu Köyün Adamı kimdir; 1966 Yılında İstanbulda dünyaya gelmiş yaşamaya ve yaşadıkça gelişmeye çalışan biridir.
Yarım yamalak dostlukları ve ilişkileri sevmeyen ya hep ya hiç diyen, doğru bildiğinden emin olduğu şeylerde sözünü esirgemeyen, ikiyüzlülükten onursuzluktan nefret eden, Daha insan olmaya çalışan çocuklarını çok seven biri. Yaşlı birinin, bir annenin, bir çocuğun ağladığını gördüğünde çocuk gibi ağlayabilen, iyi ve hak etmeyen birine veya kendine yanlış yapıldığında katı biridir.Nankörlükten de nefret eder. Artık huzuru çok özlemiş, kendine yeni ve güzel bir dünya kurmaya çalışan özlemlerinin, hayallerinin, hasretlerinin peşinde biridir özetle.

S.Y.K:Hayallerimizn oluşumunu sağlayan hasretlerimiz ve özlemlerimiz değilmidir zaten. Hayalerimizin peşinden koşmak yorucu belki ama bir gün o hayallerin olabilme ihtimali bile insanı ayakta tutabiliyor.
Blogunuzu mutlaka okuyan ve es geçmeyen biriyim. Blogunuzu tanıyoruz ama siz yinede biraz da blogunuzdan bahsedin bize. Blognuz da bizlerle neler paylaşıyor sunuz?

O.K.A: Blogumda tüm yaşantım boyunca edindiğim hayat tecrübelerimi ifade etmeye çalışıyorum, her bir tecrübe ki yıllar, yanlışlar, hatalarla edinilmiş. Yaşam tecrübesi okuyarak değil yaşanarak kazanılacak birşey biliyorum ama yinede paylaşmak istiyorum. Tek bir kişiye bile "hım çok doğru ben öyle düşünmemiştim" dedirtebilirsem farklı bir pencereden baktırabilirsem bu benim için çok büyük bir mutluluk olur.

SYK: Bana göre Blog isminiz büyük bir anlam taşıyor. Biraz farklı ve bir mesaj içeriyor. Neden Onuncu köyün Adamı olmayı tercih ettiniz.?

O.K.A:Yıllar boyunca iyi niyetim çok fazla suistimal edildi, çok fazla nankörlük yaşadım. Karşımdakini kırmamak adına incitmemek adına kendimi incittim çok sefer içime attım içimde yaşadım çok şeyi, katlandım..ama bir yerden sonra değiştim, artık gerçekleri söylemekten çekinmeyen, her ne pahasına olursa olsun kral çıplak diyen bir tür isyan haline dönüştüm, sonrasında yalnızlaştım çünkü insanlara duymak istediğini değil işine gelmeyeni söyledim, ve onuncu köye böylelikle yerleştim. Blogu açarken adını ne yapayım diye düşünürken ve bunu yakıştırdım kendime.

SYK: Bloğunuzun ismi ile özleşen, nadir insanlardansızınız. Zaten Blog ismini gören herkez içinizdeki yaşanmışlıkları çözebilir bence. Yazılarınızda Çogu zaman bir isyan ve hüzün var. Sizi yazmaya ve yazdıklarınızı paylaşmaya iten nedenler var mı?

O.K.A: Şu sorunuzu okuyunca durdum duruldum.. Ne güzel çözüyorsunuz bazı şeyleri, gerçekten bir isyan ve hüzünle yazıyorum. Yazdıklarımı yazmamın nedeni yanlış bulduğum şeyleri kaleme dökmek. İsyan ediyorum çünkü şu dünya böyle olmamalı aslında. Aşklar sevdalar böyle olmamalı.. Ailenin çok ama çokk önemli olduğunu düşünüyorum. Dünyanın bundan sonra daha iyi bir yer olabilmesi açısından, o yüzden yazılarımda erkek kadın ilişkileri ve evlilik fazlaca yer tutuyor.
İsyanımın bir nedenide son yıllarda çok fazla haksızlığa nankörlüğe uğramış olmam, bu durum beni ve yazılarımı biraz hırçın, isyankar yapıyor sanırım.

SYK:Yazılarını okurken şahsen sizin yüz ifadenizi bile görüyor gibi oluyorum. Çok derin hislerle yazdığınız o kadar belli ki. Bu arada blog resminde dikkatimi çeken bir şey var. Mavi bir denizin karşısında bir kumsal ve iki tane boş şezlog var. Şezloglar neden boş? Bu resim ne gibi bir mesaj içeriyor?

O.K.A: Hımm burda ilk defa bu özelimi paylaşmış olacağım. Resim bir mesaj içermiyor bir özlem içeriyor. Ruhla, yürekle, benlikle, emin olma duygusu ve tutkulu bir sevgiyle sıcak sımsıcak bir yuva, ve o yuvada oluşturacağım huzurlu bir dünya özlemim var, bu resmi bunlar ve o insan dolduracak eğer Allah nasip ederse.

SYK:Ne güzel ifade ettiğiniz bu resimle alâkalı özleminizi. İnşallah diyorum. Yaşadığımız sürece hayatta olmayacak diye bir şey yoktur. Bence Tüm arzularınız olacak.
Ne zaman dan beri blog yazıyor sunuz? Blogunuza ilgi ve tepkiler nasıl?

O.K.A: Yanlış hatırlamıyorsam geçen sene Mayıs ayı gibiydi başladım blog yazmaya. Doğrusu şimdiye kadar kötü bir tepki almadım aksine güzel yaklaşımlar var ve bu beni mutlu ediyor

SYK: Sizinle hemen hemen aynı dönemde başlamışım yazmaya.
Blogunuz da güncel önemli mesaj içeren yazılarınızn yanında şiilerinizi de beğenerek okuyorum. Şiirlerinizde bir iç döküş sessiz bir fırtına esintisi var. Siz şiir yazarken paylaşırken o an için nasıl bir ruh hali içinde oluyor sunuz?

O.K.A:Yukarıda dediğim gibi bu tespitinizde çok haklısınız. Müthiş bir fırtına var aslında içimde ve elimden birşey gelmemesi beni çok kahrediyor. Hem kendim hem insanlık için bunu söylüyorum. Geçen hafta bir anne bebeğini sokağa bırakıyor ve bebek soğuktan donarak ölüyor, ve yeni bir haber bir baba 3aylık bebeğini döverek öldürüyor. İnanılacak gibi şeyler değil bunlar, düşünün arkadaşlar hemen hepimizin bu Dünyada yavruları var, ya da sahip olacaklar var, bu dünyayamı getirdik biz çocuklarımızı?
Anlatabiliyormuyum? Büyük sorumluluk hissediyorum çocuklarım ve çocuklar için yeni nesil için. Sözlerim şiirlerim aşk adına veya hayat adına herşeyim içinde bu çaresizliği ve hüznü barındırıyor.

SYK: O kadar haklısınız ki diyecek başka söz yok aslında. Şunu ifade edeyim ki, Siz bir baba olarak bu haberlere dayanamıyorsunuz. Ben bir anne olarak bu tür haberleri artık izleyemiyorum çünkü, psikolojim bozuluyor ve o gece kabuslar görüyorum. Yazık demekten öteye gidemiyorum.
Sayın Onuncu Köyün Adamı, Bazı yazılarınızda kadın erkek ilişkileri ve kadınlara yönelik egitsel yazılarınız var. Mesela Kadınların güçlü olması gerektiğini savunanlardansınız. Siz yazılarınızda çoğu kez yazdınız belki ama bir kez daha burada açıklar mısınız? Kadınlar neden daha güçlü olmalı?

O.K.A: Evet bir çok yazımda kadın erkek ilişkisi var, evliliklerin katlanılan kurumlar haline gelmesi çok acı, zira bunu iyi biliyorum. Burda bunları yazmanın kimseye pek bir faydası olmadığını biliyorum ama yinede bir iç döküş bu. Keşke katkım olabilse tecrübelerimle. Kadınlar daha güçlü olmalı çünkü onlar güçsüz oldukça bu durum erkeklerin işine yarıyor, daha umursamaz oluyor, daha rahat aldatıyor ve kadını aciz duruma düşürüyor. Bunu dediğim için bağışlayın fakat kendim yaşadım bazısı buna müstehak sözüm bunlardan dışarı, hak etmediği halde, aslında mutlu olmayı hak ettiği halde çaresizlikten adam bile denmeyecek erkeklerin yanında hayatı boşa giden çok kadın var. Adam adam olmayınca, kadın güçsüz ve bu halde olunca aile kurumu iyice kötü hal alıyor, o ortamda yetişen çocuk, ayrılmış bir ailenin çocuğundan çok daha kötü etkilenebiliyor. Düşünün, o çocukki babasının annesini aldattığını biliyor ama annesi hala orda, veya anne tokatlanıyor aşağılanıyor, böyle aile aile olmaktan çıkıyor. Bence bir kadın erkekten çok daha onurlu olmalı, özellikle hayatın içinde ekonomik açıdan güçlü ve duruşu olan bir birey olmalı. Ben kadına şöyle bakıyorum; Allah can veriyor ve bu canı bir kadın dünyaya getiriyor...bunu düşündüğümde sarsılıyorum, ve diyorumki, ne bir erkek kadını düşürmeli ezmeli, nede kadın düşürülmeye esir olmaya izin vermeli. Birbirine hayatı zorlaştırmayan kolaylaştıran bir anlayışa sahip olmalı karı koca, samimi bir dost, arkadaş sevgili olmalı eşler, bir yarış içinde değil dayanışma daha güzeli yaşama noktasında olmalı..Yani bir ütopya benimkisi..

SYK: Evliliklerin katlanılan bir kurum haline gelmesi, tespiti son derece doğru. Ve Söylediğiniz her kelimeye sonuna kadar katılıyorum. Zaman zaman hepimiz sıkıntılı günler yaşıyoruz. Siz sıkıntılı ve hüzünlü olduğunuz zamanlarda bunu atlatmak için neler yaparsınız? Blog yazmanın dışında Uğraşlarınız hobileriniz var mı?

O.K.A: Benim yegane hobim doğa yürüyüşleridir, doğa tutkunuyum diyebilirim. Bir ormana kaybolmacasına girerim, çadır kurarım, çok zevk alır ve çok rahatlarım doğada.Doğa sporlarının hepsini severim. Deniz ayrı bir tutkumdur, denizden uzak yaşayamam gibi geliyor.Sahilde yürüyüş, balık tutmak, amatör olarak dalmak en sevdiklerimden. Toprakla uğraşmakta çok iyi gelir bana. Sinema tiyatro severim zaman zaman giderim. Eskiden çok kitap okurdum artık okuyamıyorum kendimi veremiyorum.

SYK: İşte sizin bu yazdığınız ve sevdiğiniz hobiler de benim hasret olduğum hayallerim. Bende bir deniz aşığıyım. Doğa Hayranıyım. Ama sizin kadar şanslı değilim.
Bu arada ,Blog takip ederken, dikkat ettiğiniz unsurlar var mı? Okuduğunuz bloglarla ilgili krterleriniz var mı? varsa paylaşır mısınız?

O.K.A: Yaşamı ve tecrübelerini, hislerini paylaşan bloglara biraz daha dikkat ediyorum doğrusu. Bunları çarpıcı resimlerle süsleyen, okurken samimiyeti hissettiğim çok derin bulduğum bloglar var. Fakat bunun yanı sıra yemek bloglarından da faydalanıyorum bazı gördüğüm şeyleri denemişliğim var.

SYK: Blogunuz bana biraz hüznü ifade etsede hayatta mutlaka güldüğünüz anlarda oluyordur. En çok nelere, kimlere güler siniz?

O.K.A: Doğrusu şu sıralar yazılarım içinde bulunduğum ruh halini yansıtıyor, aslında neşeli espirili biriydim eskiden. :)En çok kamera arkası film hatalarına gülüyorum ben.:) Yani doğal olan espirilere, zira filmlerdeki herşeyin kurgu olduğu beynime öyle bir işlediki kanmıyorum pek.:) Çocukken çok fazla yazlık sinema çalıştırdı babam, haddinden fazla film seyrettim ondan herhalde. :)
Çok güzel hareketler bunlar,ı seviyorum bide. :)

SYK: Bu soruyu cevaplarken gülüyorsunuz. Şunu söylemek isterim ki, Sizi güldürmek çok güzel Sizi gülerken görmek beni sevindirdi. Pekala, Blog yazmak ile ilgili plan yada yeni projeleriniz var mı? Yeni bir blog açmayı düşünür müsünüz? Yeni blogun içeriği ne olurdu?

O.K.A: Yo hayır yeni bir blog açmayı düşünmüyorum gereksiz buluyorum, paylaşmak istediğim herşeyi burda yapabilirim diye düşünüyorum. Bu sorunun zamanlaması çok güzel oldu sevgili Siyah Kelebek. Ben şöyle birşey düşündüm aslında bunu burdan tartışmaya açmak istiyorum..bizler hepimiz bir tür blog gücü oluşturamazmıyız? Dernekler gibi güzel bir birlik ve dayanışmayı hayata geçiremezmiyiz dersiniz?

SYK: Neden olmasın efendim. Tabikide olur. Ben destek veririm sonua kadar. Bence bu dileğinizi bir post olarak yazın bizde bloglarımızda paylaşalım. İnşallah neden olmasın.
Blog dünyası ile ilgili genel bir eleştiriniz var mı? Hoşlanmadığınız sevmediğiniz faktörler var mı blog caimasıyla alakalı?

O.K.A Blog dünyası hayatın bir yansıması tabiki eleştirecek şeyler burdada var. Blogdan bloga gezerken yazıları müstehcen, açık sözlülüğü terbiyesizlik noktasında kullananlar gördüm. Tabiki bu da bir tercih, herkes bir şekilde kendine hitap eden grubunu buluyor neticede.

SYK: Her kez herkezi izleyecek diye bir şey yok.Bir arkadaşım demişti uzun zaman önce. Sizin gibi düşünüyordum bende Ama bana dedi ki, burası serpest piyasa, serbest kürsü. İsteyen istediğini yazar ve mutlaka okuyucusu bulur demişti. Sizin cevabınızda bunu doğruluyor.
Sevgili onuncu köyün adamı, bu soruları hazılamadan önce blogunu gezdim eski yazılarınıza da bir göz attım. Şunu anladım ki insana, İnsanlara değer veren ve her kişinin mutlu olmasını arzulayan bir kişisiniz. Sohpetimizin sonuna yaklaşırken, İnsanlara genel olarak ne mesaj vermek istersiniz?

O.K.A Çok haklısınız, yukarda dediğim gibi son yıllarda akla hayale gelmeyecek insan onuruna yakışmayan şeyler gördüğüm için, onur, gurur, şahsiyet, ve insan ilişkileri unsuruna kafayı takmış durumdayım. İnsanların bir başkasına ızdırap vermemesini istiyorum, bu mümkün değil biliyorum, hele insanlıktan gittikçe uzaklaştığımız şu dünyada daha zor ama yinede insanın silkinip kendine gelmesini istiyorum. Kimse kimseye yalancı aşklar yaşatmasın, ikiyüzlülük yapmasın, onuruyla oynamasın, menfaati için bir insanı harcamasın, maskeyle dolaşmasın, vicdansız onursuz birine iyi diyecek zavallılık içinde olmasın, iyi insanın iyiniyetini suistimal etmesin, çocuklar sağlıklı ortamlarda yetişsin. Toplumun içinde Aile bir çekirdek, ve çekirdek bozulunca meyvede bozuluyor!

SYK: Çok haklısınız çokk.
Pekala, biz blog camiasına, bizi okuyan tüm blog yazarlarınada bir mesajınız olacak mı?

O.K.A: Böylesi bir mesaj vermek haddim değil, burda yüreği çok güzel insanlar var, bunu görmekten, hissetmekten, yazdıklarından, görselliklerinden, emeklerinden faydalandığım için hepsine teşekkür ediyorum.

SYK: EFendim size bu samimi sohbet için teşekkür etmeden önce Röportajımız hakkında da bir kaç yorum alabilir miyim? Sizin açınızdan bakıldığında nasıl bir sohbet oldu?

O.K.A: Efendim öyle sorular sordunuzki resmen içimi söküp aldınız.:) Sizin ilerde daha büyük tecrübelerle bir köşe yazarlığı veya söyleşileriniz söz konusu olduğunda, politikacı olsun veya sanatçı olsun, karşınıza çıkanın vay haline.

SYK: Böyle düşünmeniz beni okadar mutlu etti ki anlatamam. Bu konularla alakalı hiç bir eğitimim yok. Bizi kim görüpte yayınların da köşe yazarı yapacak ki. Hayalini bile kurmuyorum ama bu güzel sözler için çok teşekkür ederim.
Sayın Onuncu Köyün Adamı, Size bu güzel sohbet için samimi, içten, cevaplarınız için çok teşekkür ederim. Hayat boyu mutlu, sağlıklı, evlatlarınızla tüm sevdiklerinizle Güzel günler dilerim. Blogunuzu okumaya devam edeceğim. Başarılarınızın devamını dilerim. Umarım size layık bir sohbet ortamı oluşturmayı başarmışımdır. Daha nice paylaşımlarda blogdaşlar olarak el ele gönül gönüle olmak dileğimle ,Sevgi ve sağlıcakla kalın efendim.

O.K.A: Efendim ben çok teşekkür ediyorum onur duydum bu ropörtaja beni layık gördüğünüz için. Evet daha nice paylaşımlar ve dayanışmalarda hep bir birlikte olmak dileğiyle size ve bu ropörtajı okuma lütfunda bulunan herkese teşekkür ediyorum saygılarımı sunuyorum.

Eveettttttt zorlu bir röpotraj gününü de böyle güzel bir söyleşi ile tamamladık. Darısı diğer haftalara. Size okuması kolay gelesede inanın bu işi yapmak çok zor. :)) Emeğime karşılık verip okuyan yorum yazan tüm blog dostları okuyucalara sonsuz teşekkür ederim.Bu hafta da Sanal Röpotaj
'a veda ederken konuğum olan onuncı köyün Adamın dan kısa bir yazı ile veda etmek istiyorum.
Hadi kalin sağlıcakla.

YANILGILARIN TOPLAMI= YAŞAM
Yaşamadan hiçbirşey öğrenilmiyor. Yaşananlar sonunda geriye
burukluk üzüntü kalıyorsa buna şansızlık deniyor.
Mutluluk, huzur, güzelik oluyorsa büyük şans deniyor.
Bazen öğrenmek çok acı oluyor, öğreniyorsun fakat gidenler oluyor
iç dünyanda, öğrenmek kazançmı kar mı oluyor bilemiyorsun.


Büyü dediğin büyük bir hayal kırıklığı olabiliyor.
Ve hayat böyle geçiyor işte öyle değilmi? *******************************************************************************
Röportaj: Siyah Kelebek
Konuk: Onuncu köyün adamı.

SİYAH KELEBEĞİN BENİMLE RÖPORTAJI.

Sağolsun SİYAH KELEBEK bu Cuma benimle bir röportajda bulundu, çok zevkli çok güzel bir söyleşi oldu. Röportajı blogumda da yayınlayacağım fakat şu anda ling verdim ve güzel blogunda buluşuyoruz, okumaya değer bulursanız ne mutlu bana. Teşekkür ederim.

9 Mart 2010 Salı

BAKMAK!

Herkesin bakmadığı yönden bak dünyaya..
Hayat içinde herkesin bir bakışı vardır, sabittir çoğu zaman ve bunun zararını görür. Çünkü aslında kötüye iyi diyen bir bakıştır, aslında gerçek değil sadece sanmaktan ibarettir. Bazen gönül gönlümüz adeta kitlenir ve neyin içinde olduğumuzu aslında ne yaşadığımızı göremeyiz, anlayamayız. Göstermek istersiniz siz kötü olursunuz bazen, kaybetmemek adına kaçarsanız sevdiğiniz insana aslında kötülük yapıyor olursunuz bu sefer. Bakışı kitlenen birine farklı ve doğru pencereden baktırmak çok zordur kimi zaman. Risklidir, bu savaşa girdiğinizde hem onu hemde kendinizi kaybedebilirsiniz. Hayat işte şaşkınlıklar ve darbeler bitmez..
Ne diyeyimki daha ötesine söz bulamadım....

8 Mart 2010 Pazartesi

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN

Tüm hanımların Dünya Kadınlar gününü kutluyorum. Dünyanın herkes için özellikle kadınlar için daha adaletli bir Dünya olmasını diliyorum. Kadının daha güçlü olmasını, hiç kimsenin esiri mahkumu olmamasını, ekonomik bağımlılığın çaresizliğinde olmamasını diliyorum aynı zamanda. Nazım Hikmetin bu güzel sözlerini bir kadına söylemek ve sen benim helalimsin demek, hayat arkadaşımsın demek kolaydır, bunları samimi içten riyasız yaşatmak marifetttir. Her ilişkinin ikiyüzlülüken uzak bu samimiyet, insanlık ve kadına değer içinde olmasını diliyorum

5 Mart 2010 Cuma

YENİ BİR BLOG

Çok geniş bir blog dünyası var doğrusu. Her konuda yazanlar, alıntıları paylaşanlar, resimlerini, çalışmalarını el emeklerini, mutfak becerilerini sergileyen arkadaşlar var. Her bir blogtan yararlanmamak mümkün değil.. Ve bence insanın ufkunu genişleten çok güzel bloglarda var, insana katan, insanı düşündüren.. Ben bu dünyayayı büyük bir aile ve sıcak, dostça fikir alışverişlerinin yapıldığı bir ortam olarak görüyorum, ve aramıza yeni katılan blogcu bir arkadaşa hep birlike HOŞGELDİNİZ diyelimi diyorum.. Eminim farklı paylaşımlarınızla yeni bir renk olacaksınız.

http://keditasmasi.blogspot.com/  hoşgeldiniz.

3 Mart 2010 Çarşamba

MEHMET AKİF ERSOY

İstanbul'da doğdu, 27 Aralık 1936'da aynı kentte öldü. Bir medrese hocası olan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona 'Rağıyf' adını vermiş, ancak bu yapma kelime anlaşılmadığı için çevresi onu 'Âkif' diye çağırmıştır. Babası Arnavutluk'un Şuşise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır. Mehmed Âkif'in düşünsel gelişiminde en belirleyici öğe onun çağdaş bir İslamcı oluşudur.

Akif’in ailesi sade ve orta halli ama bir inanç ikliminin bütün olgunluğu ve güzelliği ile yaşadığı bir aile idi. Akif babasını, “Beyaz sarıklı, temiz, yaşça ellibeş ancak Vücudu zinde fakat saç sakal ziyadece ak.” diye tasvir eder. Hoca Tahir Efendi erkenden kalkar, çocuklarını (Akif ve kızkardeşi Nuriye) kendi eliyle yıkar, kızının saçlarını tarar, pişirdiği salepleri içirerek onları mekteplerine gönderirdi... Çocuklarını bir kere bile dövmemişti. (Kuntay, s.157)
Akif, Annesini ise şöyle anlatır: “Annem çok âbid (ibadetine düşkün) bir hanımdı. Babam da öyle. Her ikisinin de dinî selabetleri vardı. İbadetin verdiği zevkleri heyecanla tadmışlardı.”

Çağdaş İslamcılık, Batı burjuva uygarlığının temel değerlerinin İslam kaynaklarına uyarlı olarak yeniden gözden geçirilmesini, Batı'nın toplumsal ve düşünsel oluşumuyla özde bağdaşık, ama yerel özelliklerini koruyan güçlü bir toplum yapısına varmayı öngörür. Akif, İstanbul’un bu en Türk, en yerli ve en yoksul mahallelerinden birin de doğdu ve yaşadı. Hayatı burada tanıdı ve keşfetti, toplumsal dokuyu burada ve onun bir parçası olarak tanıdı. Bir inanç ikliminin güzelliği ile birlikte toplumun yazılı olmayan mutabakatlarını, modern hayatın yerli ve geleneksel olana nasıl nüfuz ettiğini, hangi çelişkilere, trajedilere yol açtığını, neleri çürüttüğünü, nelerin eskidiğini ve nelerin yenilenmesi gerektiğini bu mahalle hayatında gözlemledi. Yenilenmekle, yerli kalmak, kendi olmak arasındaki tercihlerinin ilk çizgilerini burada idrak etti. Ve Akif burada bir şey daha öğrendi. Her türlü kirlenmeye açık bir yoksulluğun, sade ve onurlu bir hayata nasıl dönüştürülebileceğini. Erdemli yoksulluk helal kazanç ve emek demektir, fedakarlık demektir, dayanışma demektir, karşılıksız sevmek demektir, hırs ve rekabeti ayaklar altına almak demektir. Erdemli yoksulluğun tek sigortası vardır. Çalışmak, ölene kadar çalışmak, onurunu kaybetmeden çalışmak.
(En özet haliyle M.Akif ERSOY)
 
(İstiklal Marşından)
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

2 Mart 2010 Salı